Muzaffer KARAHİSAR |
|
Göç |
Hızlı bir şekilde akıp giden zaman selinin içerisinde bazen en sıkıntılı günler geride kaldığı gibi, bazen de en neşeli ve sevinçli günler geride kalıp maziye karışıyor. “Her gelecek yakındır” sırrı ile uzak gördüğümüz ufuklara, hayallere ve ümitlere bir anda vasıl oluyoruz. Belli zaman sonra onlar da geride kalıyor. Yol ve yolculuk acısıyla, tatlısıyla son nefesi verinceye kadar devam ediyor. “Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var.”1 sözünün sahibinin gittiği yere sevkiyat, yol ve yolculuğumuz devam ettiğine göre, geçmişten geleceğe içimizdeki ebediyet arzusunun tezahürü olan yazıyı beraber tefekkür edebiliriz: “Bir ticaret yapmadım, nakdi ömür oldu heba Yola geldim lakin göçmüş cümle kervan bihaber” Mahlûkatın her an müptela olduğu bir dert, bir ateş, gönülleri kavuran kezzaptır göç. Gurbet, firkat, hasret, hüsran hep göç ateşinin kıvılcımlarıdır. Düştüğü yeri yakar, ocakları söndürür, gönülden yas, gözlerden yaş akıtır. Göç edene göçebe, göçmen, göçer denir. Bir ismi de hicrettir. Hicret edene de muhacir denir. Göç, bütün lezzet ve kederiyle baki bir âleme kadar devam edecek. Zerrelerden kürelere kadar hepsi göç derdinde. Dünya bütün varlığıyla düşmüş yola, o da... Göç deyince alay alay leyleklerin, göçmen kuşların “V” biçimi uçup gittikleri, küme küme balıkların mekândan mekâna seyrettikleri, Onun bastığı toprağa vasıl olabilmek için, ömür boyu başını taştan taşa vurarak akan avare sular akla gelir. İnsanlar akla gelir, kavim kavim, kabile kabile aşiretler halinde her biri bir kervanda yol alıyor. İnsanlar aç, susuz, sefil, perişan, hak aşığı, dava peşinde… Maziden müstakbele, gençlikten ihtiyarlığa, dünyadan berzaha, ukbaya göç var. Peygamber Efendimiz de (asm) göç etmiştir. 622 yılında Hz. Ebu Bekir’le (ra) beraber dağları aşarak Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir. Onun davasına gönül veren ve her şeyinden feragat eden, anadan, yardan, serden geçerek peygamberine icabet eden ashab da göç etmiştir. Onun yolunda, Onun sancağını dalgalandıran, Onun varisi Bediüzzaman’ın ömrü de göç ile geçmiştir. Göç Onun içindeydi, O da göçün. Hasan Feyzi: “Yine göç var diye mecnuna haber verme sakın Yine matem, yine zari, yine efgan olacak” diyerek peşpeşe Üstadını sürükleyen göçe isyan ediyordu. Kim bilir belki de Üstadının maruz kalacağı işkenceleri, zulümleri, zehirlenmeleri görüyordu, biliyordu ki, bu kadar içten feryat ediyordu. Memleketten memlekete sürgün edilen kimsesiz bir ihtiyar, her ayrılığın peşinden: “vâ hasretâ, va esefâ” diye feryat, figan ediyordu. Gönüller sevgilisi, senenin, mevsimin, insanlığın, dünyanın, saltanatın müptela olduğu göçlerden de ağlıyordu. Fani dünyanın bütün göçlerine, ayrılıklarına bedel olarak Allah’a ve ahiret gününe iman bir teselligâh olarak yetiyordu. Allah’a tevekkül edip ondan yardım bekliyordu. Bizler de O’nun inanıp güvendiği, göçlerin bittiği beka âleminde O’nun sevgili Habibine (asm) kavuşmak, bütün dostlarla hep beraber olabilmek ne mutlu bir şey, ne büyük nimet, ne bitmez hazine.
Dipnot: 1. Lem’alar. 26. Lem’a 21.09.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (14.09.2010) - Ali Bey’in not defterinden (09.09.2010) - İnsanlara yardım, hayvanlara şefkat (07.09.2010) - Ramazan bereketi (31.08.2010) - Küçük benekli böcek |