Ahmet BATTAL |
|
Hakimler kimi temsil eder? |
Biliyorum bazı yazılarım zor okunuyor. Ama bunun tek sorumlusu bendeniz değilim. Birincisi, sayfa editörleri gazetenizde az sayfaya çok harf sığdırmaya çalışıyor. Harflerimi incelttikçe inceltiyor. İkincisi de yazdığım konular zor konular. Bahtımıza düşen bu. Geçen hafta Yeni Asya’da okudunuz. “Başsavcıdan tuhaf açıklama” başlıklı habere göre, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, “Yargıçlar olarak hukuk devletini ve yargıçların bağımsızlığını anayasa değişse dahi, yasalar değişse dahi korumak azmindeyiz” demiş. Yani aslında “Meclisin kanunu hukuka aykırı olursa buna direniriz” mânâsına gelecek bir söz bu. Sayın Başsavcı, üstelik kendisinin denetimi ve koruması altında yürüyen partiler demokrasisinden ortaya çıkan demokratik bir Meclisin “yanlış yapma ihtimali”ni aklına getiriyor. Yetmiyor, bunu sorguluyor. Bir basamak daha çıkıp, bunu öngörüyor. Ardından, bu ihtimali ciddîye alıyor. Giderek, bundan endişe ediyor. Ve nihayet, bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde o kanuna uymayacağını açıklıyor. Peki, bir kanunun yanlış olduğunu kim neye göre bilecek? Cevap aslında gayet basit; kural koyma yetkisine sahip olan, onu değiştirme yetkisine de, istisnalarını belirleme yetkisine de sahiptir. O halde, yaptığı kanunun yanlış olduğunu, yine, ancak ve sadece, kanunu yapmış olan o Meclis bilir ve böyle bildiği zaman da gereğini yapar, yani kanunu değiştirir. Değiştirdiği zaman da herkes bilmiş olur ki “Önceki değil şimdiki doğru” ya da “Şimdiki öncekinden daha doğru.” Kısacası, Meclisin hatasını sadece Meclis düzeltir. İşte mesele burada. Bugünlerde Meclis, halkın da açık desteğiyle, çıt pıt da olsa, başkalarının antidemokratik yöntemle yaptığı kanunları değiştirmeye çalışıyor. Bazı başkaları da, yine antidemokratik yöntemden giderek, güya “hukuku kanunlardan koruyor”muş gibi yapıp, demokrasimizi Meclisimizden korumaya kalkışıyor. Bunda belki de, değişiklikleri “devrim” diye niteleyen Meclis çoğunluğunun da kabahati var. Ortada “devrim” niteliğinde pek bir değişiklik yok, ama Meclistekiler ısrarla “Biz devrim yapıyoruz” dedikçe, başka birilerinin de devrimci damarları depreşiyor. Başsavcının gerekçesi ise daha farklı, diyor ki: “Çünkü yargı organı halkın temsilcisidir. Halkı temsilen bu görevini yapmaktadır. Halkımız müsterih olsun. Biz, hukuk devletini gerçekleştireceğiz. Yargıçların bağımsız ve tarafsız olmasını da sağlayacağız.” Mahkemelerin, “devlet” adına değil, doğrudan doğruya, devleti oluşturan halk (millet) adına karar vermesi, adalet ve hak namına hüküm verme mecburiyetine uygun sayılabilir. Zira bütün hukukun sahibi olan Hakkı ve kendi hakkını bilenlerden oluşan bir halka vekâleten verilen her karar, hakka ve dolayısıyla Hakka istinaden verilmiş olur, hakça olur. Ama problem şudur: Yargıçlar halk adına kural koymaz, halk adına kuralı demokratik Meclisler koyar, yargıçlar da buna uyarak karar verir ve infaz eder. Aksi halde insanlık tarihi iki bin yıl geriye, adına jüristokrasi denilen yargıçlar diktatörlüğüne gider. (Halkın ve hatta Hakkın adını kullananların diktatörlüğünü bu dünya fazlasıyla gördü ama şükür ki—en azından henüz—“halk diktatörlüğü” denilebilecek bir diktatörlük görülmedi). Öte yandan Başsavcının ikinci cümlesindeki “biz”in ne mânâya geldiği ayrıca tartışılır. Zira, başta naklettiğim ilk cümledeki “biz” yargıçlar mânâsında iken, devamında “biz, yargıçların … olmasını da sağlayacağız” denildiğine göre, bu cümledeki “biz” herhalde “hakimler” değildir. En iyimser ihtimal “Yargıtay Başsavcılığı” makamının kastediliyor olmasıdır. O zaman da, sağlanacak sonucun kimlerle birlikte, hangi yetki ve görevle, hangi yöntem ve araçlarla sağlanacağını anlamamız lazım. Tâ ki bizim adımıza hareket ettiğini söyleyenleri denetleyebilelim. 21.09.2010 E-Posta: [email protected] |