Ahmet BATTAL |
|
Jüri ve adalet |
Adalete inananlar ve bilhassa adları Abdurrahman ve Abdülhak olanlar, eğer “ismiyle müsemma” kişiler iseler, bilirler ki; her hak sahibi hakkını er ya da geç alacaktır, mükâfatını da cezasını da. Ama zaman ve mekânla mukayyet olan sınırlı bir alan durumundaki bu dünyada adaletin tam tecelli etmeyeceği de açıktır. Öte dünya, en azından adaletin ve merhametin tecellisi için lâzımdır. Dünyaya ait haklar mânâsındaki dünyevî hukuku dünyada tecelli ettirmek yani dünyevî adaleti sağlamak adalet mekanizmasının görevidir. Adalet mekanizması neye istinat eder, gücünü kimden ya da nereden alır? Hükmeden, bir peygamber ise, gücünü vahiyden alır. Vahye ve nübüvvete inanan, bu yolla gelen adalete de güvenir. Hükmeden, insan denilen ve günah işleme ihtimali de olan bir varlık ise, neye dayanacaktır? Vahiyle gelen adalet prensiplerine ve vicdana. Hakim kimin vicdanına dayanmalıdır? Kendi vicdanına mı yoksa kamu vicdanı mânâsındaki “maşerî vicdan”a mı? İşte hakimlerin millet adına karar vermesi, maşerî vicdana dayanmasından kaynaklanmaktadır. Kamu vicdanını tartıp tanıyacak ve olaya uygulayıp adaletle hükmetmeye çalışacak olan “tek bir” hakim mi iyidir, yoksa birbirinin hatasının görüp gösterecek ve birbiriyle müzakere edecek olan çok sayıda hakimden oluşan bir mahkeme heyeti mi iyidir? Zaman şahıs zamanı değil, cemaat zamanıdır, cemaatin şahsı manevisi daha sağlamdır. Hiç şüphesiz, “heyet mahkeme” daha doğru yöntemlerle sonuca ulaşır, daha adil karar verir ve böylece kamu vicdanını da daha iyi tatmin eder. O halde, uygun dâvâlarda, imkân oldukça, yargılamayı heyet halinde teşkil edilen mahkemeler yapmalıdır. Böylece insanî adalette maşerî vicdana daha fazla yaklaşılacaktır. Bir soru daha: Hukuk kuralları denilen labirentlerden nasıl kurtulunacağını bilmeyen kişilerden hâkim olur mu? Hukukçuluğu ve hâkimliği “meslek” haline getiren şey şudur: Kurallar ve ayrıntılar çoğalmış ve aslında bir otoban gibi olması gereken hukuk yolu, hak denilen çıkışı arayan acemiler için, bir tür labirente dönüşmüştür. Gerçekten, hâkim olmak için aslında tarafsız ve âdil olmak yeter, uzman olmak gerekmez. Uzman olan, hukukun ayrıntılarında boğulmaz, daha hızlı ve daha kolay sonuca ulaşır, o kadar. Bir sorum daha var: Kendisini toplumdan soyutlamış olarak yaşayan uzmanların mahkemesi mi daha kuvvetle ve adaletle hükmeder, yoksa yine bir uzmanın reisliğinde çalışan ama halkın içinden gelen ve masum ve tarafsız olduğu yine halkın denetimi ile teyit edilen kişilerden oluşan heyet mi daha kuvvetle ve hükmeder? Yetişkin, sabıkasız ve dâvânın tarafları karşısında yeterince tarafsız olan citizen (şehirli, o yerin yerlisi) vatandaşlar arasından tesadüfî usulle seçilen on-onbeş kişilik heyet, hem olaya hem delillere, hem de karara, her mânâda “hâkim” olsa ne olur? Böyle bir jüri kamusal vicdanı temsil eder ve kamu güvenini ve adaleti göz önüne alarak suçluya suçsuza, haklıya haksıza karar verir. Hâkim de bu jürinin kararına dayanarak, suçun cezasına ve hakkın türüne ve miktarına karar verir. Böylece, yargılamada taraf olan herkes, karşısında tek bir hâkimi değil, kamu vicdanını bulur. Kararın hazmı da infazı da daha kolay olur. Elbette jüri sisteminin eksikleri ve olumsuz yönleri de vardır. Ama yukarıdaki soru ve cevaplardan da anlaşılacağı üzere, grupların kişilere nazaran daha güçlü olduğu gerçeği karşısında, adaletin kamu vicdanı ile ilgisinin kurulması gereken dâvâlarda, jüri sistemi daha uygundur. Bu arada bir hatıra: Florida’da bir ağır ceza dâvâsı duruşması izlemiştim. Hâkim salona girince herkes ayağa kalktı. Ardından hâkim jüriyi dâvet etti, onlar içeri girince bu kere hâkim de dahil bütün salondakiler yeniden ayağa kalkıp jüriyi selâmladılar. 23.09.2010 E-Posta: [email protected] |