Ali FERŞADOĞLU |
|
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne din reformu |
Osmanlı’nın bazı aydınlarının dinde reform ve içtihad talepleri, özellikle 1908’li yıllarda, “materyalist” görüşlere sahip olan Jön Türk Devrimi’yle birlikte hız kazanır ve su üstüne çıkar. 1918’e kadar da etkili çıkışlar yaparlar. Bu on yıllık devrede, Bücher’in, kaba materyalizmi yerine, deizme (yâni, her türlü vahyi, ilhamı ve dolayısıyla vahyin bildirdiği Allah’ı, dinî inkâr ederek; sadece akıl ile idrâk edilen bir Allah’ın varlığını kabul eden, teşbihi ve teslisi reddeden ekol, anlayış, inanç) meylederler. Bu sayede, pozitivist reformları gerçekleştirmeyi, hem de dinlerin en mükemmeli kabul ettikleri İslâmiyeti yüceltmeyi hedefliyorlardı. Bu arada, 1917 yılında, evlilik ve âile hukukunda köklü bir reformu da gerçekleştirdiler. Baha Tevfik, Bücher’in kaba materyalizmini; İslâmiyet kisvesi adı altında da Celal Nuri, deizmi getiriyordu. Musa Carullah da, reformistlerin başında yer alıyordu.1 Medreseli olan Şemsettin Günaltay da, başta Batı’nın saldırılarına karşı İslâmî bir program sunduğu halde, 1928 yılından sonra, bu reformist hareketlerde çok büyük bir rol alır.2 Jön Türklerin ideoloğu olan Ziya Gökalp de, Türkçe ibâdeti savunanlardandı. Ona göre, din kollektif bir paydayı temin ettiği için var olmalı, ancak duâlar ve ibâdetler Türkçe olmalıydı. “Atatürk”ün reform siyaseti, dinin bir rol üstlenmesinin reddedildiği bir düzen içinde, yeni bir kollektif kimlik oluşturmaktı.3 Cumhuriyet, resmen pozitivizmi temel bir ideolojik temel olarak kabul eder.4 Ve bu sahada da iki karşıt uç gelişir: “Biz, kimliğimizden ne kadar uzaklaşırsak o kadar modern oluruz.” Buna karşı da, “Kimliğimize ne kadar çok sarılırsak ve hiçbir yeniliğe geçit vermezsek, o kadar gelenekçi ve dindar oluruz” diyenler oldu. Oysa Türkiye, hem Doğulu, hem Batılı olmak, hem kendisi gibi kalmak, hem de evrenselleşmek zorundaydı.5 Aslında, rejimin temelleri de sakat atılmıştı. “Cumhuriyet”in içi, “hürriyet, adâlet ve demokrasi” ile doldurulması gerekirken, bu isim altında “sosyalizm ve bolşevim” prensipleri yerleştirildi. Bunu, Bediüzzaman, sosyal feraseti ile keşfederek deşifre eder: “Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: (...) ‘Tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları bizim daha ziyâde işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor. Prensiplerimize muhalif düşüyor...’”6 Dinî reformlar da bu anlayış çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Topluma sosyal ve kültürel cepheden yön verme projesinin bir ismi olan “yüce önderlik”, 1789’larda Fransız İhtilâli’nden gelip, “decalizmin” etkisinin sürdüğü başka ülkelere resmen sıçrıyor; değişik isim ve ideolojiler altında o toplumların yapısına göre de şekilleniyordu. Tabiî ki, adı “din” değilse de, diğer yerleşik dinlerin yerini alan, ismi din olmayan, fakat “resmî” kanaldan, “resmî din” olarak...
Dipnotlar: 1-Prof. Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursî Oalıyı, s. 224-225. 2-Age, s. 228. 3-Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim, İst., 1998, s. 71. 4-Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 9. 5-Age, s. 29. 6-Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, s. 174. 28.09.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |