Ahmet BATTAL |
|
Hissedilen hürriyet derecesi |
Hava sıcaklığı tahmini yapan uzmanların “termometredeki sıcaklık” ile “insanlarca hissedilen sıcaklık” rakamlarını ayrı ayrı vermelerini geçen haftaya kadar tam anlayamazdım. Geçen hafta, anayasa değişikliği referandumunun sonuçlarının resmen açıklanmasından sonra, bir komşum sıkıştırdı: “Eeee yeni anayasanız da tamam, hani daha demokrat olacaktık, hani daha fazla hürriyetimiz olacaktı, biz hiçbir değişiklik hissetmedik” dedi. Bendeniz de kendisine “Siz kimsiniz ki? “ ya da “bekle ve gör” yerine “bekleme ve sor” dedim. Neden dedim? Gerçekten, kanunlarda yazılı olan hak ve hürriyetlerle insanlarca hissedilen demokrasi ve hürriyet sıcaklığı arasında açık bir fark varsa o ülke hayli “rutubetli” demektir! Hep beraber üfleyelim de bereketsiz bulutlar açılsın, hürriyet güneşi doğsun üzerimize. Bir vatandaş olarak, hak ve hürriyetlerimizin geliştiğini nasıl anlarız? *Bizimle aynı ideallere sahip olmayan komşumuz bize selâm vermeye başlamışsa, *Hangi siyasi partiye oy verdiğimizi daha rahat söyleyebiliyorsak, *Hangi siyasi partiye oy verdiğimizi bilen muhatabımız da kendi tercihini aynı rahatlıkla söylemeye başlamışsa, *Önümüzü keyfince kesen emniyet mensubuna “ben vergisini veren bir vatandaşım, ne hakla bana engel olursun, çekil yolumdan” diyebiliyorsak, *Kapımıza dayanıp içeri girmeye kalkan silâhlı resmî görevliye “arama iznini göster” dedikten sonra, “al sana arama izni” cevabı ile aynı anda burnumuzun ortasına yumruğu yemeden kalabiliyorsak, *Camileri yakanların aslında camileri sevdiği ve cami yakarken aslında koruduğu fikrini ciddiye almayacak kadar uyanık hale gelmişsek, *Çocuklarımız okulda, sevdiği ve sevmediği sanatçıların yanı sıra, sevdiği ve sevmediği devlet adamlarının isimlerini de rahatça sayabiliyorsa, *Vali bey “namaz pantolonu” taşımaktan vazgeçmişse, *Kaymakamınızın odacısı, telefonla arayanın vali olduğunu anlayınca “Kaymakamım iç odada spor yapıyor, selâm versin hemen gelecek” demekten kurtulmuşsa, *İlçenizin “tek hakimi” yan oda komşusu savcıyı telefonla Cuma namazına çağırırken “halk günü etkinlikleri için hazırım, seni bekliyorum” demekten vazgeçebilmişse, *Benim gibi acemi yazarlar, söyleyeceklerini, çözülemeyen bulmacaların içine saklamaktan vazgeçerlerse, *Astsubay komşunuz bu yazımı sizin internet bağlantınızdan ve sizin dizüstü bilgisayarınızdan değil de kendi bağlantısı ile ve kendi bilgisayarından okumaya başlamışsa, *Harp akademisi öğrencisi yeğenim bu yazımı okumak için gazeteyi akademi kantininden satın almaya başlamışsa, * Yukarıdaki cümleden sonra, harp akademisinde bir yeğenimin olabileceği ihtimali, yeğenim hesabına sizi korkutmamışsa, *Şikâyetlerimizi ulaştıracak daha çok merci bulabiliyorsak ve şikâyetlerimizin sonuçları bize daha hızlı ve daha net bildiriliyorsa, …, tamamdır, tuttuğumuz bu yol bizi iyiye götürüyor demektir, ha gayret. Bunlar yoksa, bir türlü olmuyorsa, tuttuğumuz yolu bir daha gözden geçirme zamanı gelmiş demektir. Anketi siz yapın, bizi de haberdar edin. Şikâyet demişken; Ankara’da bir okulun servisi şoförü bir okuyucumdan yedi kilometrelik mesafe için aylık 160 lira ücret istemiş. Okuyucum, şikâyet etmek için öncelikle bilgilenmek istedi. Ben de kendisine gelişmiş demokrasi yollarında nasıl yürüneceğini anlatmak üzere yardımcı olmak istedim. İnternette hayli uçtum, en son valilik dalına kondum, ama okul servisi tarifesini orada da bulamadım. Ama bu vesileyle, web sayfasının en başında, altında “K. Atatürk” imzası bulunan, “Ankara ve Ankaralıların benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” sözünü okudum. Bu cümlenin, Valilikçe, biz Ankaralılar için mühim ve veciz bir söz olarak takdir ve takdim edildiğini böylece öğrendim. “Valim adına bahtiyar!” ama “kendi adıma ihtiyar” oldum. Ne de olsa bendeniz sadece bir “amatör köşe yazarı”yım. “Profesyonel kamu yöneticileri”miz en iyisini bilirler. Niçin ihtiyar olduğumu anlatmayı ise sonraki bir yazıya bırakıyorum. 28.09.2010 E-Posta: [email protected] |