Hasan YÜKSELTEN |
|
Siteler ve mesuliyetler |
Günümüzde yaz mevsimi deniz ve havuzsuz anılmaz bir hale geldi. Yaz mevsimi eşittir deniz, eşittir havuz, eşittir yüzmek gibi algılanır oldu, uzun zamandır. Bu anlayışın sonucudur ki, yeni inşâ edilen yerleşim yerlerinin büyük bir çoğunluğu yüzme havuzlu sitelerden oluşuyor bugün. Günümüz dünyasında özellikle büyükşehirler, mahalle kültüründen site kültürüne doğru bir dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşüm maalesef dinî değerlerin aleyhine gelişiyor. Zira lüks sitelerin inşâ edildiği yeni yerleşim yerlerine baktığınızda cami ve minare göremiyorsunuz. Bir anlamda ezansız semtler inşâ ediliyor. Nitekim İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı yakın zamanda şöyle feryat etmişti: ‘’Bugün İstanbul’un çevresinde mabetsiz, minaresiz, ezansız semtler, uydu şehirler kuruluyor. İçim kan ağlıyor. Binlerce konutun bulunduğu Acarkent’te, Beykoz Konakları’nda, Ataköy Konakları’nda ve daha başka benzerlerinde bir tek cami yok.” Yakın zamana kadar minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüyen bir toplumun, kısa süredeki bu dönüşümü sizce de feryat edilecek bir durum değil midir? Çocukluğumuzda muhafazakâr kesimden müteahhitler, dindar aileler bir arada bulunsunlar diye mütevazi siteler inşâ ederlerdi. Çocukluğumun geçtiği site de bunlardan biriydi. Her hafta bir evde Risâle sohbetinin yapıldığı, büyüklerin bizler için iyi birer örnek olduğu, halen hayırla yâd ettiğim bir sitede büyüdüğüm için kendimi şanslı hissediyorum. Havuzumuz yoktu evet. Bugünkü şartlara göre çok eksik bir siteydi hatta. Ama manevî olarak bütün sitenin nurlarla dolduğu bir ortamımız vardı ve bu bize fazlasıyla yetiyordu. Dünyevîleşme tâunu üzerimizden silindir gibi geçtiğinden beri, böyle siteler inşâ eden müteahhitler neredeyse kalmadı, maalesef. 15–20 yıl içerisindeki değişimin boyutları çok ürkütücü gerçekten. Bugün dindar bildiğimiz müteahhitler, reklâmlarından gördüğümüz kadarıyla zinayı terviç eden açık yüzme havuzlu siteler inşâ etmekteler. Ödeme kolaylığı için de insanları kendileriyle anlaşmalı bankalara sevk etmekteler. Yani bilerek veya bilmeyerek, hem zinayı, hem faizi teşvik etmekteler. Kendilerini muhafazakâr kabul eden aileler de, hayat alanı olarak dindar muhitlerden çok, maddî imkânları elveriyorsa dünyevî de olsa lüks muhitleri, yüzme havuzlu siteleri tercih etmekteler. Oysa haram işlemek, harama yaklaşmakla başlar. Yüzmenin sünnet olduğu gerçeği, haram vasıtaların üzerini örtemez. Yüzmek sünnettir elbette, ama sünnet işlemek için de olsa harama girmek caiz değildir. Sadece erkeklere veya bayanlara açık olan havuzlarda da, kendi cinsleri arasındaki tesettüre riâyet ediyor olmak farzdır. Bediüzzaman, deccalın fitnelerle nefisleri kendine çekmesine, insanların kendi iradeleriyle o fitnelere atılmalarına örnek olarak, Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber girmelerini gösterir. Bunu fitne-i âhirzaman olarak tanımlar. Bugünün açık site havuzlarının, deniz sahillerinin Rusya hamamlarından daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Zira o hamamlar en azından kapalı mekânlarken, sadece o mekâna girenleri etkilerken, açık havuzlar ve sahiller, gözü çarpan herkesi etkileyebilmektedir. Zaten eskiden sahillere kurulu deniz hamamları da bulunduğunu hatırlarsak, hamam tabirinin sahilleri de kapsadığını düşünebiliriz. Bir şair: ‘Dâvâ için para kazanmaya giden arkadaşların hiçbiri eve dönmedi’ der. Çok acı bir tesbittir bu. Bir yazarın dediği gibi; ‘Meşrû bir amaç için gayr-i meşrû araçlar kullanılınca, sonuçta araçlar amaç olmaya başlıyor.’ Meselâ, hizmet için sistemle/piyasayla geçici bir birlikteliği mazur gören bir kişi, sonuçta sistemin/piyasanın bir parçası olarak buluyor kendisini. O noktadan sonra piyasada kalmak, sistemde tutunmak amaç haline geliyor. Ve bu amaca dönük haram vasıtalar bile normal görülebiliyor. Bu noktada ‘Ne yapalım para kazanmayalım mı? Piyasa böyle’ savunması bence geçerli bir mazeret olamaz. Mazeret ve ruhsat istedikten sonra her türlüsü bulunabilir, ama hakikatte doğru değişmiyor. Unutmamak gerekir ki, piyasanın kuralları, dinin kurallarından üstün değildir. Ve uhrevî vazifeler piyasa şartlarına terk edilemeyecek derecede önemlidir. Hiç kimsenin de günaha âlet olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Dindar müteahhit ve ailelerin yapması gereken, piyasaya uymak yerine onlara alternatif çözümler üretmek, hatta sade hayat anlayışıyla, maddede boğulan dünyevî kesime de örnek olacak hayat tarzını ortaya koymak olmalıdır. Muhafazakâr oldukları halde, dinî değerleri göz ardı eden, açık yüzme havuzlu siteler inşâ eden müteahhit ve şirketler, bu noktada mesuldürler. Ve bu mesuliyet, hafife alınabilecek, basit bir mesuliyet değildir. Deccalın fitnesine âlet olmak, hele ki dindar bildiğimiz insanlar tarafından yapılıyorsa, çok tehlikeli ve ürkütücü bir durumdur. Bu yazının maksadı birilerini suçlamak değildir. Yalnızca bir uyarıdır. En önemli vazifelerimizden biri olduğu halde neredeyse unutulan, “iyiliği emretme, kötülükten de sakındırma’’ vazifesinin bir gayreti, önemli bir yanlışı lisanıyla düzeltme çabasıdır sadece. Maddenin mânânın önüne geçmediği huzur kokan ortamlarda, minareler ve ağaçlar arasında ezan sesleriyle yaşayabilmek temennisiyle. 29.09.2010 E-Posta: [email protected] |