S. Bahattin YAŞAR |
|
Yakalanacağımız kaçışlar yaşıyoruz |
Sabah yürüyüşündeyiz. Parkta sonbahar esintisi hakim. Kuşların cıvıltısı her zamanki gibi etkin. Sabahın bu erken saatinde yüzlerce insan yürüyüşte. Tabiî herkes bir başka yürüyor. Hayatta her yürüyüşün özel olduğu burada da anlaşılıyor. Yürüyüşten öte bir başka meşgul insanlar. Yürüyüş, hayatın gerçekliğini yansıtmayan bir görüntü taşıyor. Yürürken, rahat değil insanlar. Suratlar daha bir asılmış. Sabahın bu özel saatinde bu yüz hatları çok sağlıklı değil. Problemler sanki bu saati fırsat bulmuş. Rahat, huzurlu, mutlu, neşeli ve hayata hayat katan yürüyüş değil bunlar. Birazdan evine dönünce, şöyle bir duş alıp, ‘Oh bee, rahatladım.’ diyemeyecek bu insanlar. Sosyolojik, psikolojik gerçekler insan yüzlerinde birer anket sonucu gibi duruyor. Rahatlamak için kazanan, mutlu olmak için çalışan insanların kazandıkları ve çalışmaları; rahatlamayı ve mutlu olmayı sonuç vermiyor. İnsanlar sanki bir şifreyi unutmuş gibi yaşıyorlar. Mutluluğun adresi, ‘biraz daha’, ‘biraz daha’ diye diye kayboluyor. Varın mutluluğunu yaşamayan, ‘biraz daha’nınkini hiç yaşayamıyor. Kazandıkça kaybetmek, acı bir son. Kalbin selâmeti, fikrin istikameti, bedenin sıhhati gün be gün yok oluyor. Yapmak niyetiyle çıkılan işler, maddî ve manevî yıkımları sonuç veriyor. Sigara gibi, alkol gibi. İnsan onu tükettiğini zannederken, kendisi tükeniyor. İçtikçe ve içine çektikçe; o, onu içine çekiyor. Kafesini kendi eliyle örüyor insan. Sonra da, ‘benim elimde her şey’ dediği şeylerin esiri oluyor. Batağa düşen insanlar, mutlu değil bu durumdan. Ama düşmüşler bir kere çıkamıyorlar. Hatta miskü amber zannedip yüzlerine, gözlerine bulaştırıyorlar. İnsan, kendi kendini ne de zavallılaştırıyor. ** Sabah yürüyüşündeyiz. Tek başına yürüyüş yapan insanlar sanki bir ciddî kalabalık içinde. Bakışlarından, yürüyüşlerindeki tedirginlikten bu anlaşılıyor. İnsan, sabahın o erken saatinde tek başına yürüyüş de yapsa, yalnızlaşamıyor. Dünya ve dünyalık varlıklar peşini bırakmıyor insanın. Hesaplar kitaplar yaşanmaz hale getirmiş hayatı. “Bu saat kendime özel” diye bir zaman dilimi kalmamış. Peşinden koştukça da kaçar hale gelmiş, uğrunda yorulduklarımız. Oysa bir adım atana, on adım; yürüyerek gelene koşarak gitmek vardı. ** Yürüyüşteyiz. Buradakiler genelde, hastalıklar sonrası yürüyüş. Yani hayat çarpmış, insan düzeltmeye uğraşıyor. Yürüyüşler, gerçekten çarpık. Zihin yorgunluğu, yük taşırcasına kambur hale getirmiş insanları. Düşüncenin, sırtta taşınan yüklerden daha ağır olduğunu düşünüyorum. Öyle sarmal hale gelinmiş ki, sıyrılmaklar, kaçmaklar, uzaklaşmalar imkânsızlaşmış hale gelmiş. Kendisine hizmet etmesi gereken unsurların hizmetkârı olmuş insan. Değmeyecek sevgiler yüklemişiz varlıklara. Yüklerimizi indirmeliydik. Yalnızlaşmalıydık dünyada. Yalnızlaşmalı ve yalnızlaşmaya alışmalıydık. Çünkü geliş de, gidiş de tek başına dünyada. Aslında yaşarken de yalnızız. Etrafımızda kalabalıklar artmış; şehirlerde caddeler renk renk, farklı farklı duygu taşıyan yüzlerle yüzbinler, milyonlar dolaşıyor. Ama insanlar yine yalnızlar. Koluna girdiğiniz insan, farklı dünyalarda, farklı duygularla yaşıyor. Aynı evde yaşamak, aynı duygularda olmak anlamı taşımıyor. Her oda meçhule akıp giden bir kompartıman. Anne farklı, baba farklı, çocuklar çok daha farklı istikametlerde seyrediyor. Aynı sona gitmiyor evin odaları. İşte asıl kopuş bu. Asıl fırtına burada. Ama kaçışlar yaşıyoruz. Yakalanacağımız kaçışlar… ** Oysa biz yürüyüş yapıyorduk. Yürüyüş yazacaktım ben de. Ama işte yürüyüşlerin tablosu bu. İçe yürüyemiyoruz. Onun için ikili yürüyüş yapanlar biraz daha şanslı gibi. Sabahın o erken ve diri vaktinde, o ne konuşmaklar öyle. O ne konu bolluğu. O ne gerginlik. O ne neşe. O ne hayat tahlili öyle. Ölçüsüz gülmekler; kahkahalar. Bu gülmek değil, bir problem teşhisi. Beyefendi, yürüyüş esnasında, yanındakine “Benim bütün olumsuz davranışlarımın altında onun davranışları yatıyor.” diyor. Yani sen yoksun, o var, öyle mi? Bu mu kişilik? Bunun neresinde irade? Senin davranışların başkasının tetiklemesi ile ise, sen kimsin ve neredesin? Zayıf varlıklar insanlar. Neyse çaktırmayın, yürüyüşteyiz.Kendimize gelme antrenmanları bunlar! 11.10.2010 E-Posta: [email protected] |