11 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

“Bediüzzaman TIR'ının” hızına Efeler bile zor yetişiyor

Bediüzzaman TIR'ı ile ilgili yazdığımız yazıları Kayseri’de noktalamayı düşünürken, 09.10.2010 tarihli gazetemizde bu bağlamda yazılarımızı göremeyen ağabey ve arkadaşlar telefonla arayarak, “Neden bu gün yazın yok?” şeklinde sitem edip tepki göstermelerine şaşırdım. Çok mazeretler sıraladım, arayanlar tatmin olmadı. Bir ağabeyimiz “Gazete ile görüştüm, sen yazı göndermemişsin. Göndersen yayınlanıyor, yarın yazılarını okumak istiyoruz” dediğinde saat 11.05 idi ve “teşekkür babında” yazıp sonra yayınlanmasını arzu ettiğim dünkü yazının altına bir iki rötuş yaparak “TIR'a, Şekerci Hanına kadar eşlik edeceğimi” belirttim. O yüzden bu günkü yazı epey uzun olursa kusura bakmayın, uğramadığım yerlerin “kazası” tarzında düşünülebilir.

“Bediüzzaman TIR'ı” Kayseri ‘den çok hızlı ayrıldı, onu takip etmekte hayli zorlanıyoruz. Avanos ve Nevşehir’i geçerek Aksaray’da -yağmura rağmen- hoş bir program oldu. Ardından Sultan Hanı geçip Seyyid Burhanettin Hazretlerinin selâmını talebesi Hz. Mevlânâ’ya ulaştırmaya çalışırken, Konyalılar Selçuklu ve Osmanlı evlâtlarının torunları olduğunu ispatlayarak Üstad’ı “mehter”le karşılıyorlar.

Aman Allah’ım, sen ne kadar büyüksün. Dün Bediüzzaman’a selâm verenler, işkenceye maruz kalırken, bu gün ise Konya gibi büyük bir şehrimizde mehteranla karşılanıyor. Duygulanmamak mümkün değil. Bunları yazmaya kelimeler yetmiyor. Benim gibi bir “çömez” değil; İslâm Yaşar gibi usta bir kalem bile, bu duyguları ifade etmede gözyaşlarını tutamıyor ve bu mutluluktan seçtiği sözcükleri telâffuz etmede heceleyerek konuşmak zorunda kalıyor. Heyecanı, kalabalık karşısında konuşmaktan değil; bu manzaranın ruhunda meydana getirdiği ulvî duygulardandır. Adeta Kayseri Boğaz Köprü mevkiinde “Bediüzzaman TIR'ının” gidişinde hissettiklerinin aynısını, burada da hissediyor. Ben onun hislerine tercüman olamıyorum, sadece gördüğümün bir kısmını ifade ediyorum.

Beyşehir ve Bağkonak’tan geçerek Gülendost’tan aşağı inip Eğridir’e vardığında artık “Eğridir Denizi” tabir edilen bu mekândan yüzde yüz Üstadın mânâ ile beraber maddî kokusunu alır gibi hissediyorsunuz. Hele Barla’ya girince bir zulüm devrinin “noktalandığına” şahit oluyorsunuz. İki gün önce Mustafa Öztürkçü Ağabeyim ”Barla’yı” yazdığı için biz çok fazla hislerimizi yazmayacağız. Cennet Bahçesi önünden geçip Üstad’ın evinde ziyaret ediyoruz. Bize balkondan “hoş geldin” ettiğini hissediyoruz. “Âdetinin hilâfına olarak” getirdiğimiz “selâmların hatırı için” bizleri kabul ediyor. Ayakta çakı gibi duran Zübeyir adındaki genç biri, bize bir şeyler ikram ediyor, biz onun getirdiği şeylerin farkında bile olmuyoruz. Üstad’ın nuranî, ama bir o kadar azametli bakışlarına hayran kalıyoruz. Sungurlar, Yükseller, Mutlular, Ceylanlar, Hafız Aliler… ise söyleyeceği bir şey olur mu? diye “asrın imamı”nı pür dikkat bekliyorlar. Ayrılmak zorunda kalıyoruz. Heyecandan Çınar ağacının dibindeki çeşmeden su içmeyi bile unutuyoruz. Çam Dağına sadece selâm göndermekle yetinip, Isparta’da İYAŞ Parkı yakınlarında bekleyenlere yetiştiğimizde ikindi ezanı okunuyordu. Burada, İslâm Yaşar, “Van’ın Akdamar Adasında yetiştirmeyi düşündüğü 50 talebenin” hikâyesini “Isparta Kahramanları” ile bağlıyor. Kelimeler adeta şehrin gül kokusu gibi geliyor, nefesler tutulmuş, kulaklar sonuna kadar anlatılanları heyecanla dinliyor. Ara sıra “TIR”a bakanların gözlerinden nazlı bir boncuk gibi damlalar dökülüyor.

Bunu daha önceki yazılarımda pek anlatmadım, ama o kadar gözlerimle gördüm ki, bu sevinç gözyaşlarını… Yazarken de bu duyguları hem hissediyor, hem de yaşıyorum!

Bu çok hızlı bir seyahat; ben ise biraz da geç kaldım. Fikir müşevveş ve ayak kırık. Bu halle onlara yetişme gayretindeyim. Ah bir “balon” olsa da binip onlara yetişsem diye içimden geçiriyorum. “Beni bekleyin” deme şansım hiç yok. Çünkü Koordinatör Abdullah Eraçıkbaş Bey, Burdur Cumhuriyet Meydanını gösteriyor. Ben, burada yetişiyorum TIR'a, ama çok kalmıyoruz. Dostların sadece simalarını görebiliyorum, duygularını izlemeye vaktim olmuyor, belki buradaki arkadaşlar bize kızacak, ama “kırık ayak” koordinatörün umurunda değil, o planlanan zamana uyulması hususunda, bir saatin saniyeleri kadar hassas davranıyor.

Denizli'ye doğru yol alıyoruz. Karamanlı, Yeşilova ve Serinhisar’ı geçip, şehre giriyoruz. Denizli “Bediüzzaman dâvâsında” zor bir şehir. Eğer AİHM gibi bir kuruluş geçmiş yıllara yönelik “adil yargılanmadığı ve suçsuz cezaevine konulduğu kişiler” listesini çıkarırsa, eminim Türkiye’de Tek Parti döneminde Bediüzzaman Hazretlerine yapılan zulümler dünya rekoru kıracaktır. Ve “insanî değerlerden yoksun bırakılan” tutuklunun “hayat hakkının korunmadığı” hususunda ise, tam bir “kara leke” gerçeğini görecektir.

Bediüzzaman, bu zulmün dehşetinden ne kadar etkilendiğini şöyle ifade ediyor: “Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete ( .....) tezellül etmem, zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım; beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini yaşadım.” (Devamı için bak: Tarihçe-i Hayat, Isparta hayatı)

İslâm Yaşar, bunları detaylı anlatıyor. “Gençlik darbesini yiyip taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyacı var” (Devamı: İman ve Küfür Müvazeneleri, sy: 75) ifadelerin kullanıldığı cezaevinin önüne geliyoruz. Herkes şaşkınlık içerisinde bize bakıyor. Görevli hemen cezaevi müdürünü çağırıyor. “Yahu bu Bediüzzaman hücrede değil mi idi, dışarı ne zaman çıktı?” telâşına kapılırken, o zulmün altmış yıl önce gerilerde kaldığının farkına yeni varıyor. O Medrese-i Nuriyedeki “nuranî mahpusların” tebessümleri arasında İncirlipınar Parkı önüne gidiyoruz, mükemmel bir topluluk var. Ama biraz boyunları büyük gibi duruyorlar; ilk yetiştiğimiz kişiye durumu soruyoruz: “Ne bu hal?” diye. Mahcup bir eda ile: “Bu aziz misafir, şehrimizde ceza evine konulduğu için ahalice mahcubuz” derken Üstad’ın şu cümlesi kulaklarda yankılanır gibi oluyor:

“Bana zulmedenler, eğer imanlarını Risâle-i Nur ile kurtarsalar, ben onlara hakkımı helâl ediyorum.” Sanki herkes bir anda bunu duyar gibi kafasını kaldırıyor ve “ahalinin suçunun olmadığı” ifade ediliyor. Bu “müjde” bir sevinç dalgasına dönüşüyor.

Daha önceki günlerde ve dün bunlardan sonra, bugün Tire’de, Eski Belediye Binası önünde, Saat: 10.00’da ve Ödemiş Hükümet Konağı yanında ise, saat: 15.00 ‘te, İslâm Yaşar “Bediüzzaman TIR'ı” ile beraber olacak. Ve Üstad’ın otuz beş yıla yakın hayatının sürgün ve zindanlarda geçtiği ve bu civanmert Eğeli insanlara “Ekmeksiz yaşarım, ama hürriyetsiz yaşayamam” diyen bu “dâvâ” adamını anlatacak. Vallâhi iyi dinlesinler, çünkü “Bediüzzaman TIR'ı” çok hızlı, hem de İslâm Yaşar Ağabeyimiz bizimle olan seyahatini yarın noktalayacak.

ŞERİF GÜNDÜZ

[email protected]

11.10.2010


BEDİÜZZAMAN TIR'INI BEKLERKEN

"Bediüzzaman Hizmet Tırı"nın gelişi hatırasına

"Yeni Asya" gazetesinden bir müjde verildi

"11 Ekim'de Bediüzzaman TIR'ı gelecek" denildi.

Bu günse Bediüzzaman TIR'ı Tire'ye geldi.

Bu ziyareti ile biz Tirelilere şeref verdi.

Heyecan doruğa çıktı, geçmedi gecelerimiz

TIR'ın gelecek diye yollarda kaldı gözlerimiz.

Bir nebze olsun giderilecekti özlemimiz

Yeter ki kardeşlerimle karşılık bulsun özlerimiz.

Sen nurları yazmak için dolaştın dağları

TIR'ın da nurları tanıtmak için turladı yolları

Her tarafta uzandı Nur ırmağının kolları.

Ne olurdu ben de o TIR'ın içinde olsaydım?

Gidilen her yere onun gözleriyle baksaydım.

Nur tohumlarını ben de ellerimle saçsaydım.

Hep mücadeleler bu günler için verildi.

TIR geliyor diye yollara gönül gülleri serildi.

Biz Tire'liler çok mutlu oldu, çok sevindi.

Geldiğin yere rüzgâr gibi uçup gelindi.

Eskiden hep sorardım kendi kendime;

Zulüm hiç bitmiyor acaba biz çok mu suçluyuz?

Bugün de diyorum ki; yaşasın demokrasi

Bu özgürlüğü sunanlara şükran borçluyuz.

Üstadım!

Bir zamanlar korkup saklardım, resmini;

Duvarda asılı çerçevedeki resmin altına

Şimdi çıkmışsın TIR'ın üstündeki tahtına

Eserlerin kıyaslanmaz 24 ayar külçe altına

Zulümatlı yolda nur vermek öyle zordur.

İstikbal endişesi kalbi yakan kordur.

İnsan sade ceset değil, ölüm öldürülmüyor

Dünyada inananların yüzü güldürülmüyor.

Senin gibi düşünenler oradan oraya sürdürülüyor.

Gezdin ömür boyu kırk yamalı mintan ile

Eserlerini şakirtlerinle ulaştırdın ilden ile

Şimdi dünya ülkelerinde çevriliyor her dile

Bu dâvâya bin başım olsa feda ederdim bile bile

Eşim kırk yıl önce derdi ki; bir gün gelecek.

Bu zahmetli günler bizi terk edip gidecek.

Kitaplarım o gün raflarda boy gösterecek.

Rabbim! Bu gün o günler gerçek oldu.

Hâlâ rüyada mıyım? Gözlerime inanamadım.

Tır gelince o günlere erdim. Çok mutluyum.

Bu günün zevkine, lezzetine doyamadım.

Gam yemem!

Ecel gelmeden bu günleri gördüm ya!

Yıllar önce kitaplarım çuvalla giderdi emniyete;

"Yasak! Sakın bunları bir daha okumayın" diye.

Şimdi kitaplarım TIR'la geldi memleketime;

Bu defa alın bunları doyasıya okuyun diye.

Yoluna baş koydum. Anladın mı feryadım niye?

Müteşekkirim Üstadım şeref senden bize hediye.

Kitaplarını TIR'a koyup geldin bizi ziyarete.

Seni görmek istedim! Sen beni beklemedin.

Ne yapayım Üstadım! Böyle olsun istemedim.

Sen acele ettin. Kışta geldin, Çabuk gittin.

Baharı hiç yaşamadın. Nurlarını saçıp geçtin.

Ektiğin tohumlar binbir çiçek açtı sen görmedin.

Bizler Cennatâsa baharı gördük Üstadım.

Mazi kıt'asından geçmek için mekâna geldim.

Sözünü tutup bahar hediyelerini veremedim.

Çünkü; kabrinin yerini bilemedim Üstadım.

Duânı benden esirgeme. Nurlar benim tadım.

Selâmetle kabir kapısına geleyim adım adım.

Tâ kıyamete kadar ümmeti Muhammediyeyi;

Darüsselâma davet eden rehbersin.

"Risâle-i Nur Kur'ân'ın elmas kılıcı" diyen sensin.

Dedin; "Biz ölsek İslâmiyet haydır, bakidir.

Millet sağ olsun sevab-ı uhrevî bana kâfidir."

Yaptım eski günler ile yeninin kıyaslamasını.

İstedim gençliğin bu dâvâyı iyi anlamasını.

Gönlünü, canı gönülden bu yola adamasını.

Not: Başta "Yeni Asya" gazetesi Genel Kuruluna, Emektarımız Ali Toker Ağabeyimize, / İslâm Yaşar ve ismini bilmediğim kardeşlerime, / Bu faaliyette emeği geçen herkese; / Teşekkür etmeyi bir borç bilirim. / Bu hizmet karşısında boyun büker eğilirim. / Emeği geçenleri başıma taç diye takar da; / ölünceye dek başım üstünde gezdiririm.

NAZMİYE KESELİ / TİRE

11.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.