Nejat EREN |
|
Amerika ve Batı dünyası Bediüzzaman’ı arıyor |
Evet iddiâlı bir başlık attığımın farkındayım. Ama cesaret aldığım noktalar var. Ne mutlu bizlere ki, böyle bir başlığı yazma ümit ve şevkini verdiren bir Üstad’a ve rehbere sahibiz! Bu müçtehidle ve metoduyla buluşan az da olsa bir cemaat Avrupa’da ve Amerika’da teşekkül etmiş durumda Elhamdülillah. İşte Üstad Bediüzzaman’ın o büyük dâvâsının delili olan bir müjdeyle bu hafta yine karşınızdayız. Zira Wisconsin eyaletinin bütün hapishanelerinde artık incelenmeden ve sansürlenmeden mahkûmlara dağıtılan tek dinî kitap, Risâle-i Nur Eserleri! İşte bu haftaki yazımda, bu merhaleye nasıl gelindiğini gösteren ve bu konuya açıklık getiren, Wisconsin eyaletinin Milwaukee eyalet hapishanesinin dinî sorumlusu, kendisi de bir Müslüman olan Ronald Beyah’la hapishanede yaptığımız sohbeti aktarmak istiyorum.
MILWAUKEE EYALET HAPİSHANESİ ZİYARETİ Hapishanede İslâm dini görevlisi Muhammed Hasan kardeşimizin daha önce hapishane idaresine teklifi ve onların da bu teklifi kabul etmesiyle, YARPCA (Amerika Yeni Asya Araştırma ve Basım Merkezi) Başkanı Süleyman Kurter Hocamız ve Adem kardeşimizle öğle namazını müteakip eyalet hapishanesini ziyarete gittik. Hapishanede bütün dinler adına görevli, kendisi de yıllar önce Müslüman olmuş ve bir çok kişinin hidayete ermesine vesile olmuş, Nur yüzlü imam Ronald Beyah’ın rehberliğinde bu randevuyu gerçekleştirdik. Hapishane kuralları gereği; sıkı bir kontrolden sonra ilk önce İmam Ronald Beyah’ın odasına çıktık. Orada bize kısa bir bilgi verdi. Mahkûmlar için mânevî açıdan ve moral bakımından lâzım olan, çeşitli kuruluşlar tarafından gönderilen üç dine ait kitapların olduğu kütüphanesini gösterdi. En az kitap maalesef İslâmiyet’le ilgili bölümde vardı. “Çok sayıda İslâmî kitaba şiddetle ihtiyacımız var” sözleri buruk bir beklentinin habercisiydi. Daha sonra hapishanenin bölümlerini gezdirdi. Bu hapishane, dört bölümden oluşan dokuz katlı bir binaydı. Ve hafif cezalardan, ağır cezaya kadar giden bölümler vardı. Ronald Beyah, bizi daha sonra bir yıl ve daha aşağı hükümlü olan mahkûmların olduğu bölüme götürdü. Ortam oldukça konforluydu. Ortada masalar, spor salonu, duşlar, her odada televizyon, salonda dışarıyla haberleşmek için telefon vs. her şey var. İçerisi kameralar tarafından çok iyi ve sıkı bir şekilde kontrol ediliyordu. Mahkemenin hemen yanında, şehrin en merkezi yerinde inşâ edilmiş modern bir binaydı burası. Demokrasinin ve şeffaflığın da güzel örneklerini görüyorduk. Ronald sağ olsun bize güzel rehberlik yaptı ve oradaki koğuş şartlarını gösterdi. Burası koğuştan çok bir apartman odası veya kamp düzenini gösteren bambaşka, çok modern bir ortamdı. Daha ağır mahkûmların şartlarını; onları ziyaret çok daha zor olduğu için gidip göremedik. Ronald Beyah daha sonra bizi “eğitim odasına” götürdü. Orada oturup uzunca bir sohbet yaptık. Hapishanenin genel şartları, hususan da burada bulunan Müslüman mahpuslar hakkında çok çeşitli sorular yönelttik. Ronald Beyah sorulara ciddiyetle ve bazen da üzülerek cevap verdi. En fazla üzüntüsüyse, hapishanede ıslâh olup Müslüman olanların dışarı çıktıktan sonra Müslüman toplum tarafından sahip çıkılmadığından yalnızlığa itilmesi ve tekrar hapishaneye düşüp, tekrar İslâmiyet’e dönmesi, tekrar eski haline dönmesi… vb. kısır döngüydü. Bunun çok elem verici bir şey olduğunu söylüyor. Ve ilâve ediyor Ronald Beyah: “İslâmiyet sadece ezbere Kur’ân okumak, şuursuz ibadet etmek, Müslüman kardeşiyle ilgilenmemek değildir” diyor. “Bire bir şahsımızda İslâm’ı yaşamazsak ne ehemmiyeti var?” diye de haklı olarak dert yanıp soruyor. Ne kadar acı ve elem verici bir durum. Dünyanın her tarafında Müslümanların bu vurdum duymaz hâli gerçekten yürek sızlatıyor. Kendisine Bediüzzaman’ı ve Risâle-i Nurları soruyoruz. Çok farklı ve etkileyici bulduğunu söylüyor. Bunun üzerine Bediüzzaman’ın diğer klâsik İslâm anlayışından farklı olan metodunu ve neticelerini söylüyoruz. Türkiye toplumunda bir engin ve derin değişim yaşanmakta olduğunu, bunun da Risâle-i Nur metoduyla yılları içine alan bir zaman içersinde gerçekleştiğini, ilerisi için ümitvâr olmamız gerektiğini söylüyoruz. Rusya’daki dinî sahadaki gelişmeleri hatırlatıyoruz. “Elhamdülillâh!” deyip rahatlıyor. Onunla yaptığımız bu röportajı, size de faydalı olacağı inancıyla takdim ediyoruz:
“Sizin bu hapishanedeki konumunuzu açıklar mısınız?” Beyah: “Ben burada Dinî Rehber’im. Müslüman’ım. Dinî yetkiliyim. Ama sadece Müslüman mahpusların değil, bütün hükümlülerin ve diğer dinlere inananların temsilcilerinin de âmiri durumundayım. İslâmî problemlerle ilgili her türlü konuya doğru çözümler bulma konusunda sorumluyum. Elbette görevimiz gereği bütün dinî inanışları olanlara da kendi inanışlarına uygun şekilde yardımcı olmaya çalışıyoruz. İşte içinde bulunduğumuz bu odada, zaman zaman mahkûmları getirip, çeşitli eğitimciler tarafından eğitmeye çalışıyoruz.”
“İslâmî kitaplara ihtiyacınız var mı?” Beyah: “Çok, hem de çok ihtiyacımız var. Bu konudaki isteklere yetişemiyoruz.”
“Burada kaç Müslüman mahkûm bulunuyor?” Beyah: “Burada iki yüz Müslüman mahkûm var. Fakat bu Wisconsin eyaletinde beş bin Müslüman, bütün ABD’deki hapishanelerde ise seksen bin Müslüman mahkûm bulunuyor.” “Bediüzzaman ve Risâle-i Nurlar hakkındaki görüşleriniz nedir? Risâle-i Nurları ilk olarak size kim verdi?”
Beyah: “Yıllar önce bir Türk bana Risâle-i Nurları vermişti. Şimdi hatırlayamıyorum kim olduğunu. Bediüzzaman ve Risâle-i Nurları biliyor ve takdir ediyorum. Müslüman hükümlülerin hapishane içi eğitim programlarında ihtiyaç duyduğumuz dinî kitap isteğine karşılık, direkt olarak Kur’ân ve onun mânâsının doğru anlatılmasının gerektiğine inanarak ben Risâle-i Nurlar hakkında müsbet bir rapor verdim ve şu anda bu tür kitaplara çok ihtiyacımız var. Çok faydalı ve özellikle mahpuslara tavsiye ettiğimiz kitaplardır. “Risâle-i Nurlar, buradaki otoriteler tarafından mahkûmlara tereddütsüz verilen tek kitaptır. Bunun sebebi; araştırmalar neticesinde Bediüzzaman’ın eğitiminin, insanlara yaklaşımının ve Risâle-i Nurların insanları bire bir ıslâh etmesinin diğer İslâm âlimlerinden ve kitaplarından çok farklı olması, bu kitapları okuyan insanların davranışlarında kendileri ve çevreleri için çok önemli müsbet mânâda değişimlerin gözlenmesi ve bunun otoriteler tarafından tesbit edilmesidir. Onun için diğer dinî kitaplar çok ince bir şekilde incelenirken, Risâle-i Nurlar derhal mahpuslara verilmektedir.” (Burada kısa bir açıklama yapalım. Amerika Yeni Asya Vakfı sekreteri Av. Khalim Wali’nin de, konuyla ilgili çok önemli bir tesbiti var. Diyor ki: “Bediüzzaman, hayatının büyük bir kısmını hapishanede geçirdiği için mahkûmlar için yazdıkları çok fıtrî ve etkileyici oluyor. Bunu idrak eden bir mahkûm da, bu eserleri bir roman gibi değil, hayatın gerçeği olan bir kitap olarak okuyor ve içinde bulunduğu günlük yaşantıyı böylece kendisiyle bütünleştirebiliyor. Böylece, Bediüzzaman’ın hayatı, mahkûmiyet alan ve aynı şartları paylaşan insanlara daha tesirli ve etkileyici geliyor. Mahkûmlar, kendi hayatlarının bazı yanlarını onun hayatında görebiliyorlar.”) “Müslümanlar olarak, kendimiz ve bütün insanlar için doğru bir Kur’ân anlayışını hazırlayıp, onların hizmetine sunmamız lâzım. Burada bizim en büyük problemimiz, bu anlayışın ve tatbikatın olmamasıdır. Onun için biz buradaki mahpuslara verilmek istenen İslâmî kitapları dikkatlice inceleyip faydalı ve değerli olanlarını tavsiye etmek zorundayız. Doğru Kur’ân anlayışına uygun olan Risâle-i Nurların dışında bütün kitapları dikkatlice incelememiz gerekiyor. Ama benim de katkımla şu anda Risâle-i Nurlar bu imtihanı başarıyla geçti ve otoritelerin yanında da itimat kazandı.”
“Müslüman mahkûmların yardımıyla İslâm’ı seçenler oluyor mu?” Beyah: “Tabiî ki, bu her zaman oluyor. Bunu görebiliyoruz.”
“Peki, bu mahkûmların içerde ve dışarıdaki davranışlarında toplum hayatına yönelik nasıl bir değişim oluyor? Burada İslâmı seçenler dışarı çıkınca topluma müsbet mânâda bir artı değer katabiliyor mu?” Beyah: “Buna ‘evet’ demeyi çok isterdim, fakat maalesef bunu henüz başarmış değiliz. Sebebi ise, buradaki İslâm Birliği’nin, burada yaşayan İslâm Cemaati’nin ve cemiyetinin bu insanlara sahip çıkmamasıdır. Aslında bu, Müslümanlar olarak kendi dinimize gerçek değeri verip sahip çıkamadığımızı göstermektedir. Söze gelince hepimiz Müslümanız, ama tatbikatta da keşke böyle olsaydı. Buradaki bazı İslâmî organizasyon ve cemiyetlerin milyonlarca lira parası var, fakat bunu insanların ve toplumun eğitimine yönlendirmiyorlar. Bu çok büyük bir handikap. Bunun içindir ki, burada Müslüman olup iyi hareket ve davranışlar kazanarak dışarı çıkan bu yeni Müslümanlar, dışarıdaki İslâmî kuruluşlar kendilerine sahip çıkmadığı için, toplumun içersindeki kötü alışkanlıklara çabucak kapılarak tekrar hapse düşüyorlar. Buraya gelip tekrar yeniden Müslüman olup dışarıya çıkmak zorunda oldukları kısır bir döngüyü maalesef yaşıyoruz. Bizi görünce ‘Elhamdülillah Müslümanız’ diyenler, İslâmî tatbikat ve tebligata gelince gereğini yerine getirmiyorlar. Böyle bir tezadı yaşıyoruz.”
“Peki bu konuda, buradaki sorumlular bu konuya dikkat çekmek için devlet yetkililerine bir rapor verdiler mi?” Beyah: “Maalesef böyle bir rapor verilmedi. Verilse de, bu ülkedeki Müslüman Cemiyetler işin farkında olup takip etmedikleri müddetçe bir sonuç çıkmaz. Bunun yanında, Hıristiyan Cemiyetleri bu konuya önem veriyor ve tatbikatını ve devletin yardımını da görüyorlar. Ben Müslüman cemiyetlerinden çok mektuplar alıyorum. Beni görünce, çok sevdiklerini söylüyorlar, ama ben sevgi yerine bu tür imana muhtaç olan zavallı Müslümanlara onların sahip çıkmasını çok daha fazla istiyorum.” *** Kendisine ve bize bu konuda yardımcı olan, bu hapishanede dinî eğitim vermekle görevli Muhammed Hasan kardeşimize teşekkür ederek hapishaneden ayrılıyoruz. Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, burada iki önemli konu var. Birisi, bütün Müslümanlar olarak çok üzüntü ve elem verici. İkincisi ise, bizim açımızdan oldukça sevindirici. Üzücü olanı: Bir defa daha görüyoruz ki, Müslümanlar arasında çağın gereklerine uygun bir İslâmî yardım anlayışı maalesef yok. Sebebi ise, bütün İslâm âlemi olarak Kur’ân’a uygun doğru İslâmiyeti anlayıp tatbik etmede çok büyük noksanlığımız ve ayıbımız var. Sevindirici olanı ise: Amerika’da bu devirde bir eyaletin resmî yetkilileri tarafından Risâle-i Nurların ve Bediüzzaman’ın yürekten sevilip, eserlerinin ve metodunun ne kadar faydalı olduğunun tesbitidir. Bu sebeple Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Onun için diyoruz ki, darısı, ilk önce “Süper Güç”ün diğer eyaletlerinin başına! Sonra da bizim devletlilerimizin başına. Evet: “Zaman ihtiyarladıkça Kur’ân gençleşiyor.” (Bediüzzaman) Yıllar geçtikçe Bediüzzaman’ın mesajları insanlığa ışık tutmaya devam ediyor. “Amerika, Batı dünyası ve toplumu Bediüzzaman’ı arıyor!” Okyanus ötesinden kucak dolusu selâmlar sunarken; gelecek hafta yine, aşk, şevk, heyecan dolu güzel ve enteresan hizmet haberlerini birlikte paylaşmayı Rabbimden niyaz ediyorum.
Milwaukee-Wisconsin / USA 08.10.2010 E-Posta: [email protected] |