M. Latif SALİHOĞLU |
|
Kazanma derdi |
Pekçok ülkenin insanı için bir "kazanamama derdi" vardır; ama, herhalde "kazanma derdi" denilen muammaya bir tek Türkiye'de rastlamak mümkün. Esasında, Türkiye vatandaşları—özellikle üniversite tahsili konusunda—her iki dertten de muztarip. Ülkemizde üniversiteyi kazanamamak ayrı bir dert; kazanmak ise, başlı başına ayrı bir dert. Bilhassa, başını örtmek, tesettürlü olmak isteyen kız öğrenciler için... Bu durumdaki kız evlâtlarımız, bacılarımızın çoğu, aile içinde ayrı bir sıkıntıya mâruz, toplum ve çevrenin farklı yaklaşımları sebebiyle ayrı cendereden geçiyor, okul idaresinin yasakçı uygulamaları yüzünden apayrı bir stres içinde, nihayet, tahsilini tamamladıktan sonra iş ve meslek hayatı noktasında nasıl bir durumla karşılaşacağını bilememenin ayrı bir kâbusunu yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. Ne diyelim. Cenâb–ı Hak, yâr ve yardımcıları olsun. Onlara bunca sıkıntı ve eziyeti revâ görenlere de, Allah insaf, vicdan versin. Genel gidişat gösteriyor ki, bu meyanda duâ etmekten başka, şimdilik elden birşey gelmiyor. Ancak, bir yandan duâ ederken, bir yandan da kaderin bu zulümlü baskılara niçin fetvâ verdiğini de mutlaka düşünmek gerekir.
Tutanak muamması
Gündemdeki konuya dair dünkü "Başörtüsü gel–gitleri" başlıklı yazımızla da bağlantılı olarak, üniversiteli kardeşlerimizden gelen bilgi akışı devam ediyor. Bize ulaşan son bilgilerden biri, Boğaziçi Tıp'ta okuyan bir kardeşimize ait. Kısaca şunları söylüyor: "Muhterem ağabey, "Tıp Fakültesinde okuyan biri olarak, bu konuda birkaç kelâm etmek istiyorum. "2010–2011 akademik yılı ile beraber, geçmişteki katı uygulamalarıyla bilinen Marmara ve İstanbul üniversitelerinde başörtülü kardeşlerimiz kampüse girmeye başladılar. Hatta, bir fakültenin dekanı bir öğrenciyi başörtüsüyle almak istemeyince, rektörlük tarafından kendisine uyarı gönderdiğini sevinerek duyduk. "Yani, bu mesele bu kadar medyatik hale getirilmeden normal seyrinde gidiyor ve hal yoluna giriyor gibiydi. "Ne var ki, YÖK'ün son kararı ve YÖK Başkanı'nın son açıklamaları neticesinde ortaya hayli düşündürücü şöyle bir durum çıkmış görünüyor: "Başörtülü kardeşlerimiz, derslere girecek. Girdiği dersteki hoca, isterse tutanak tutacak. "Ancak, durum bu kadar basit değil. O kardeşimiz, öncelikle her ders başında 'Acaba bu hoca tutanak tutar mı?' diye strese girecek. Eğer hoca tutanak tutarsa—ki, tutanağı hazırlarken de öğrenciye hakarete varan bir sürü şeyler söyleyecek—ders boyunca moral bozukluğundan dolayı o öğrenci verilen dersi rahat dinleyemeyecek ve hakkıyla istifade edemeyecek. "Dahası, hocalar tutanak tutan ve tutmayan diye iki gruba ayrılacak. Tutanakçılar 'Bugün şu kadar tutanak tuttum'' diye birbirleriyle adeta yarışa girecekler. "Boğaziçi ve Bilkent gibi zaten başörtülü öğrencilerin rahatça okuyabildiği üniversitelerde ise, şimdi başörtüsüne karşı olan akademisyenlerin eline TUTANAK fırsatı geçmiş görünüyor ki, bütün bu gelişmelerden endişe duymamak elde değil."
Tarihin yorumu 8 Ekim 1958 Pakistan'da darbe süreci
Yaklaşık 11 yıl kadar önce (1947) Hindistan'dan ayrılan Pakistan, daha hürriyet ve istiklâlin tadını çıkaramadan kanlı ihtilâl sürecinin içine düştü. Ordunun başındaki Eyüp Han, Devlet Başkanı İskender Mirza'yı devirerek, ülke idaresine el koydu. (8 Ekim 1958) İşte, o günden beri, aradan elli yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, kardeş Pakistan bir daha kendine gelemedi ve kanlı darbelerin belâsından yakasını bir türlü kurtaramadı. Pakistan'ın çilesi bununla da bitmedi. Hindistan'daki İngiliz sömürgesinin son bulması yolunda büyük çaba sarf eden Müslüman Pakistan halkı, önce ayrı bir coğrafyaya hapsedilerek Hindistan'dan koparıldı. Ardından, kendi içinde kargaşa çıkartılarak bölünmenin eşiğine getirildi. Ülkede iç savaş tehlikesi başgösterdi. Doğu ve Batı Pakistan halkı birbirine düştü. Doğu tarafı, 1971'de Bengladeş ismiyle bağımsızlığını ilân etti. * * * Pakistan'da son yarım asırlık süreçte üç–dört kez kanlı darbenin yaşanması ve iç kargaşanın içine sürüklenmesi, bilhassa dış dinamiklerin etkisiyle olmuş görünüyor. Şüphesiz, içerde de potansiyel anlamda bir huzursuzluk ve memnuniyetsizlik halinin hissesi vardır. Ancak, ülkede yaşanan sıkıntının en mühim sebebi olarak, 1955'te kurulan Bağdat Paktını görmek mümkün. Türkiye, İran, Irak ve Pakistan arasında kurulan bu ittifakın imzalanmasından kısa bir süre sonra, bu Müslüman ülkelerin tamamında iç karışıklıklar çıkmaya başladı. 1950'li yılların sonları ile 1960'lı yılların başlarında, bu ülkelerin tamamında kanlı ihtilâllerin yaşanması ve o pakta imzâ koyan hemen bütün devlet başkanları, başbakan ile hariciye bakanlarının devrilmesi, öldürülmesi, idam edilmesi, yahut en ağır cezalara çarptırılması, tesadüfî bir gelişme olamaz. Dikkat buyurun: Türkiye–Suriye sınırına mayın döşenmesi dahi, "İttihad–ı İslâm"ın bir nüvesi olan Bağdat Paktının imzalanmasından hemen sonra olmuştur. 08.10.2010 E-Posta: [email protected] |