M. Latif SALİHOĞLU |
|
Âh şu tüketen siyaset |
Mahiyeti itibariyle, siyasetin hem ilim, hem de san'atla irtibatlı kuvvetli bağları vardır. "İlm–i siyaset" denen bir realiteden söz etmem mümkün olduğu gibi, siyasetin bir "idare san'atı" olduğu da umumî kabul görmüş bir gerçektir. İşte, bu ilm–i siyasete uygun hareket edildiği yerde, şu tarz gelişmeler gözlemlenir: * Tüketim azalır, üretim artar. * Gerileme yaşanmaz, ilerleme kaydedilir. * Tedenni değil, terakki olur. * Yeis değil, ümitler kamçılanır. * Vesâire... * * * Günümüz siyaseti, ne yazık ki üretimden ziyade tüketime meyyal; iktisattan ziyade israfata doğru akıp gidiyor:
* Halkçılar, halkın hissiyatından, fikriyatından, hâsılı dünyasından kopmuş bir vaziyette. * Demokratlar, "Demokratlık sınavı"nda bir türlü başarı gösteremiyor. * Kürtçüler, Kürtlerin "mefahir–i milliyesi"ni lekedar etmekle meşgul. * Türkçüler, Türklerin "millî hasıla"sını tüketmekten başka bir iş yapmıyor. * Dindarlar, dinî/ahlâkî inkişafa kuvvet verecekleri yerde, maalesef onlar da bu dinî/manevî sermayeyi tüketmekle meşgul görünüyorlar. * * * İş bu "Tüketen siyaset" anlayışı ile hareket edenler, aslında oy deposu olarak gördüğü kitleleri "ümitlendirme ateşi"ne yandırıp yandırıp duruyor. Bu insanlarımız, kim bilir kaç defadır ümitlendiriliyor da, hemen ardından, taze açan o ümit filizleri toptan kırıma uğratılıyor. Hah, işte bu sefer Kürt meselesi halledilecek... Hah, işte bu "açılım"la terör belâsı kesin olarak bertaraf edilecek... Hah, işte bu defa başörtüsü yasağına son verilecek... Peki, ya sonra? Sonrası mâlûm... Önce ümitlendir. Ardından, oyları topla, ipotek et. Sonra da, dirilen şevk ve ümit pırıltılarını toptan söndür. İşte bu, hasıl olan sermayeyi tüketen bir siyaset telâkkisidir. Menfaatini öncelleyen ve menfaat üzere dönen canavar ruhlu bir siyaset anlayışıdır. Doğru siyaset ise, idarecilik san'atını icra eden, dinî ve millî değerleri istismara tevessül etmeyen, hasis menfaati için insanların duygularıyla oynamayan, sadece millete hizmeti temel maksat edinen bir anlayışın tatbik sahasına konulmasıdır. Temenni edelim ki, ülkemiz, tüketen değil, üretmeyi hedefleyen bir doğru siyaset düzleminde yönetilmeye mazhar olsun.
Tarihin yorumu 30 Eylül 1676
Yüz binleri etkileyen Sabetay Sevi
Osmanlı Devletinin başına büyük gáileler açan ve sonunda Yahudileri de bölünme noktasına getiren Sabetay Sevi isimli "dönme" şahıs, sürgün edildiği Arnavutluk'ta öldü. (30 Eylül 1676) Selanikli bir Yahudi aileden gelen Sevi, 1626'da İzmir Angora'da doğdu. Onun şöhret olması ise, 22 yaşında kendini insanlığın kurtarıcısı (mesih) olarak görüp bunu ilân etmesiyle başladı. Bazı Yahudi âlimlerinin ona tabi olması ve hatta meşhûr kehanet kitabı Kabala'da ona bazı işaretlerin bulunduğunu söylemesiyle birlikte, yüz binlerce insan ona mürit olmaya ve onun etrafında toplanmaya yöneldi. İzmir'de, Selanik'te, İstanbul, Kahire, Kudüs ve daha birçok yerde ona bağlanan Yahudi çoğunluklu bu insan toplulukları, bir süre sonra onun insanlığı kurtuluşa erdirecek yegâne kişi olduğunu iddia etmeye başladı. Osmanlı Devleti ise, ilk başlarda olup bitenleri fazla ciddiye almadı. Bazı hahamlardan gelen şikâyetlerin üzerinde durmadı. Çünkü, Sevi'nin hareketini siyasî değil, dinî muhtevalı görüyordu. Ne var ki, 1666 senesine gelindiğinde iş çığrından çıktı ve Sabetay Sevi'nin "kurtarıcı mesih" olduğu cümle âleme ilân edildi. Sevi'yi maddî–mânevî destek verenler, 666 rakamının (1666) insanlık tarihinin dönüm noktasını teşkil ettiğine hem kendileri inandılar, hem de liderleri olan Sevi'yi inandırmayı başardılar. Sevi'yi bu inançla İstanbul'a doğru yola çıkardılar. Çanakkale Boğazına geldiklerinde ise, Osmanlı devlet kuvvetlerince durdurulup tutuklandılar ve siyasî isyana teşebbüs suçuyla yargılandılar. Sabetay Sevi'nin cezası idamdı. Ancak, kendisine Müslüman olması halinde idamdan kurtulacağı söylenince, bunu derhal kabul etti ve "Bu can bu tende kaldıkça, benim ismim de Mehmet Aziz olarak kalacak" diyerek, şehadet getirdi. Etrafındaki Yahudi âlimleri ile müritlerinin çoğu bu dönüşüne itiraz etti. Fakat, o da onlara "takiyye" yaptığını ve sadece zahiren Müslüman göründüğünü, hakikatte yine Yahudi olduğunu onlara söyleyerek, bir kısmını ikna etti. İşte, Yahudilerin kendi aralarında bölünmesine yol açan ve bir kısmının Sabetaist olmasını netice veren hadise budur. Daha sonraları serbest bırakılan Sevi'nin, ara ara yeniden aykırı davranışlar sergilemesi yüzünden, sürgün cezasına çarptırıldı ve en son olarak Arnavutluk'a gönderildi. Bu hadisenin vukuu zamanında ve daha sonraları, Sabetaycı nüfusun ekserisi Selanik'e yerleşmeyi tercih etti. Selanik'in elden gitmesinden sonra ise, bu kimseler İstanbul ve İzmir başta olmak üzere Türkiye'nin muhtelif şehirlerine gelip yerleştiler. Zahirde isimleri Türk ve dinleri İslâm diye bilindiğinden, onların hakkıyla tanınması bir hayli müşkilleşmiş durumda. 30.09.2010 E-Posta: [email protected] |