Cevher İLHAN |
|
Çözüm belli… |
Siyaset başörtüsü sınavında. Başbakan Erdoğan’la Anamuhalafet Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “sürpriz buluşması”ndaki karşılıklı temennilerden sonra meselenin yine geleceğe havale edildiği görülüyor. Erdoğan, “Meydanlarda hep başörtüsü meselesini söylediniz, hemen çalışmaya başlayalım” diye soruyor; buna mukabil Kılıçdaroğlu, “Tamam çözelim, biz hazırız” cevabını veriyor. Ancak “samimiyetsizlik” ithamlarının ardından karşılıklı iyi niyet ifâdesinin ötesine geçilmiş değil. Henüz bir görüşme takvimi de açıklanmamış. Belli ki yüzbinlerce öğrenciyi hak kazandıkları eğitim hakkından mahrum edip mağdur eden ve âcilen ele alınması gereken bu insanlık hakkı ve inancını yaşama özgürlüğünde, siyaset hâlâ ortak bir zeminde buluşamamış. Aslında Kılıçdaroğlu’nun “inanç hakkı” açısından AİHM kararlarının dikkate alınmasını esas alan teklifi ile Erdoğan’ın Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “fetva kararları”yla öncelikle dinî bir vecîbe olan tesettürün bir parçası başörtüsünde “Diyanet’in görüşleri”ni nazara vermesi, temelde birbirinin tamamlayıcısı… Ne var ki daha ilk günde kritik kısa görüşmenin akabinde verilen politik polemiklerin milletin ortak mukaddes değeri olan böylesine dinî bir meselede sürdürülmesi, çözümün önündeki en büyük engel. Zira siyaset hâlâ müzmin “inhisarcılık” hastalığından kurtulmuş değil. Siyasî ipotek devam ediyor. Daha diyalog başlamadan atışmalar ve dışlamalar başlıyor! Kılıçdaroğlu’nun “Sâdece türban sorununu biz çözeriz demedim. Dokunulmazlıkları da, YÖK’ü de kaldıralım, seçim barajını düzenleyelim” sözüne karşı, Erdoğan’ın referandumda sert geçen atışmalara atıfta bulunması, bunun göstergesi…
ÇÖZÜM HAVALE EDİLMEMELİ Tespit şu ki, taraflar “çözüm” yerine siyasî rakiplerinin kabul edemeyeceği ve zorlanacağı taktik manevralarla âdeta savsaklama ve seçim öncesi tartışmaların malzemesi yapma stratejisi güdüyor! Başbakan, “İnanç özgürlüğüne, eğitim özgürlüğüne artık bu kadar müdahale etmenin anlamı yok, sözü edilen ‘mahalle baskısı’nı ortadan kaldıralım, herkes rahat olsun” diyor. Lâkin iktidar partisi sözcülerinin hâlâ “yasal düzenleme”den dem vurmaları, muhataplarına her fırsatta “Samimiyseniz Meclis açılır açılmaz yasa teklifi verin!” çağrıları, baştan beri saplandığı “yasal yasak” yanlış vartasından bir türlü vazgeçmediğini su yüzüne çıkarıyor. Hafta başında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra bu mevzuda açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı Çiçek’in, referandum telâşı ve hayhuyu bittiği halde hâlâ siyasî söylemlerde yüklenmelerde bulunması, bunun bir tezâhürü. Başörtüsü için sınırlı sayıda çözüm yolu bulunduğunu belirten Çiçek’in, Anamuhalefet’in bu konuda kamuoyu önündeki bağlayıcı irâde beyânını “seçim öncesi verilmiş bir vaad” cümlesiyle hafife irca eden sözlerinin peşinden, “CHP bu konuda ‘yasal düzenleme olmaz’ diyor; yasal düzenleme olmazsa peki çözüm nedir?” sorusunu sorması, AKP’nin yasadışı yasağı “yasal düzenleme”yle çözme çıkmazından çıkamadığının en açık alâmeti… Kısacası siyasî iktidar, hiçbir yasal dayanağı olmayan yasağın işlevsiz kalması için başta demokratik irâde sergilenmesi olmak üzere öneriler sunmak yerine, yasağı kaldırmayı taahhüd eden muhalefetten “çözüm” bekliyor! “Top onlarda, yasa ile olmuyorsa, nasıl oluyorsa, nasıl bir adım atacaksa ortaya koymalı” deyip meseleyi karşıya havale ediyor. BAŞÖRTÜSÜ “GÜVENLİK MESELESİ” DEĞİL Oysa en son Başbakan’ın İspanya’da “Velev ki siyasî simge de olsa!” çıkışla başlayan süreçte AKP ile MHP’nin Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki “kanun önünde eşitlik” ve “eğitim hakkının engellenemeyeceği” hükümlerini te’yid ve takviye eden değişikliklerin Anayasa Mahkemesi’nden reddedilmesiyle orta çıkan tablo ortada… Kadınların kılık ve kıyafetleri hakkında hiçbir kanunun bulunmadığı mevzuatta yasaklanmayan başörtüsüne dayatılan yasağı azdırarak yaygınlaştırıp “yasallaştıma” yorumlarına kapı açan bu tutum, daha baştan inanç ve eğitim özgürlüğü önüne barikat haline getiriliyor. Bunun içindir ki öncelikle yasal olmayan yasağı “yasa” ekseninde tartışmak, anayasal ve yasal düzenlemelerle kaldırma yerine, yasadışı yasağın dayatılmasını önleyen demokratik direnç ve irâde uygulanmalı. Kılık ve kıyafetin bir “güvenlik sorunu” olmadığı, tesettür ve başörtüsünün güvenliği ilgilendiren bir mesele değil, tamamen bir insan ve inanç hakkı olduğu kanaati kamuoyunda hâkim kılınmalı. Evvela üniversite kapılarında, bütünüyle bir “özgürlük meselesi” olan öğrencilerin başörtüsünün, silâh-bomba-bıçak gibi patlayıcı ve yaralayıcı âletlerin kontrolünü yapan polisin ve güvenlik görevlilerinin “görevi”nden çıkarılması gerekiyor. Kanunlarda yer alan genel ahlâka, örf ve âdete aykırı olmama şartına uygun kılık kıyafete ilişilmemesi; kılık ve kıyafet hürriyetinin sağlanması icâb ediyor… Çözüm meçhul değil, belli… 30.09.2010 E-Posta: [email protected] |