Ahmet BATTAL |
|
Hangi Ankara? |
Bilenler bilir; Ankara özeldir. İki yönüyle: Birincisi, Ankara, Konya gibi, Şırnak gibi, vilayetlerden bir vilayettir, taşradır. Ankara bir de başşehirdir. Siyaset şehridir, bürokrasi şehridir, kumarbazlar şehridir. Eli deliklerin mekânı buradadır. Rivayet odur ki, batıdan doğuya giden (doğudan batıya dönen!) trenin yolu, Ankara’yı coğrafî olarak ikiye ayırdığı gibi, manen de ikiye ayırır. Yani manevî mânâda olduğu gibi coğrafî mânâda da iki Ankara vardır: Tren yolunun kuzeyi; dışra Ankara’dır, dışlananların geleneğini bağrında saklar; vilayet Ankara’dır, velâyeti barındırır. Ankara’nın güneyi ise “baş”kenttir, “başından bulanların” kentidir; elittir, eler geçer; delirtir, deler geçer; değişen “cumhuriyetin” gelişen yüzünü (!) temsil eder, değişmekle yetinmez, değiştirir. Her Ankaralı gibi bendenize de, taşraya gittiğimde, mühim bir soruymuş gibi soruyorlar: “Ne var, ne yok Ankara’da?” Ben de o soruya bu soruyla cevap veriyorum: “Bilin bakalım, ne varsa kim yoktur Ankara’da?” Yeni Asya’dan izliyorsunuz. Bediüzzaman Hizmet Tır’ı Ankara’ya da uğramış. Peki Hangi Ankara’ya? Başkent Ankara’ya mı? Hayır, taşra Ankara’ya. Niçin? Belki de o Bedi’nin 1923’te Ankara’dan ayrılmasına yol açan “enkara” halet-i ruhiyenin sebebi olan taşlaşmış eneler, gayrıbedii san'atlar, her türüyle ve bütün ihtişamıyla, bilhassa taşkent Ankara’da hüküm sürdüğü içindir, kim bilir? Hilâfet’in neden ve nereden battığı tartış-malıdır. Hakikî ve saltanatsız hilâfet Şam’daki Emevilerin yanlış içtihadıyla Medine’den battı. Sembolik hilâfet saltanatı ise Ankara’daki CHP’lilerin yanlış inkılâbıyla İstanbul’dan gurûba gitti. Hakikî ve manevî hilâfet güneşi, kimsenin gözüne batmayan nurlu iman hizmetiyle Anadolu’dan yeniden doğuyor, yüz yıldır, yavaş ve tertemiz. Bu doğum tarzına “sırren tenevveret” deniyor. Hakikî ve maddî hilâfet için ise melekler, Anadolu’nun İslâmbol’laşmasını ve Ankara’nın İstanbul’la buluşmasını bekliyor. Amma, herkes melek değil ki. Tertibe riayet etmeyen, ama her nedense tedbir denen bir şeye riayet ettiğini söyleyen aceleciler de var. Dininde hassas, ama sünnetin içtimaî terbiyesinden ve aklının hakemliğinden uzak olan bu gibi kimselere, Anadolu’yu “elden geçirmek” zor ve yorucu geliyor. Onlar maalesef çok zamandır Ankara’da konuşlanmışlar ve Ankara’yı “ele geçirmekle” meşguller. “Enkara” siyaset âleminde Nur arıyorlar. Ellerine geçen topuzu da Nur sanıyorlar. Hoca Nasreddin Merhum, karanlık samanlıkta kaybettiği yüzüğü, aslında bunlar için ibret olsun diye kapı önünde aramıştı, ama anlayana. Yanlış yerde Nuru arayan bulamaz. Nuru bulamayandan da “Nur”cu olamaz. Bu yazımın Salı günkü yazımda söz verdiğim konuyla irtibatını kurana, vaadim var, “Ankara’da ne var ne yok”u bizzat anlatacağım. Bu günlerde bulmaca modası var ya hani. Biz de uysak ona, her halde caizdir yani. 30.09.2010 E-Posta: [email protected] |