Ali OKTAY |
|
Sanatçılar ve sahne korkusu |
Birçok kimse, sanatçıların sahnedeki rahatlıklarına bakarak onların çok sakin insanlar olduklarını, izleyici önünde hiç heyecan veya korku yaşamadıklarını düşünürler. Yine pek çoğumuz topluluk önünde, insanların huzurunda konuşma yapmanın sıkıntısını yaşarız. Ellerimiz terler, kalbimiz küt küt atar, sesimiz titrer, elimiz ayağımız birbirine dolaşır. Böyle olduğunu nereden mi biliyorum? Çünkü ben de bu durumda ve grupta olanlardan biriyim. Ne kadar radyoda program da sunsak, televizyon programlarına katılsak veya yüzlerce konser de vermiş olsak, bu sahne heyecanı insanın peşini kolay kolay bırakmaz. Radyo veya televizyon programı hazırlayıp sunduğum dönemde konuğum olan bir çok sanatçının yaşadığı stresi gözlemlemişimdir. Canlı konserler öncesi kuliste sanatçılar olarak yaşadığımız yoğun duygular ise tarifi zor bir ruh durumudur. Şahsen yıllardır sahneye her çıktığımda ve o kadar olmasa da televizyon programlarında peşimi bırakmayan bu duygu yoğunluğu beni hem heyecan fırtınası önünde salınıp duran bir yaprağa çevirir, hem de bir o kadar da motive eder. Bir psikiyatrist anlatmıştı. “Birgün bana eski bir TRT sanatçısı gelmişti. ‘Buyurun’ dedim ‘sorununuz nedir?’ O eski ve yılların tecrübeli sanatçısı dedi ki; ‘Hocam senelerdir TRT’deyim, bir çok kere konserler verdim. Ama ne zaman sahneye çıksam beni heyecan tutar. Aman bana bir ilâç ver.” Yılların sanatçısı da olsa heyecan ve sanatçı yapışık kardeş gibidir işte. Halk Müziği Sanatçısı İzzet Altınmeşe’nin bir röportajını okumuştum. İlk sahneye çıktığı dönemleri anlatıyordu: “Sahneye ilk kez çıkıyorum. Bir gün kalabalık bir topluluğun önünde sahneye çıkardılar. Çok heyecanlanmıştım. Bir yandan türküleri söylerken bir yandan da yere bakıyorum. Seyircilerle göz göze gelmeye korkuyor, onların yüzüne bakamıyordum. Sahneden nasıl indim, ne söyledim farkında değilim. Daha sonra o salonun sahibi olan zat, beni tanıştıran ortak tanıdığımıza şöyle demiş: ‘Çok beğendim, sesi de çok güzel, ama bir daha sahneye çıkarken alkol almasın.’ Bir hatırada Tanburi Cemil Bey’den: Tanbur’un bu en büyük ustası Cemil Bey için bir konser düzenlenmiştir. Gün boyu bu büyük konserin duyurusu yapılmış, insanlar akşamki konser öncesi salonu doldurmuşlar ve birazdan başlayacak muhteşem konser için Tanburi Cemil Bey’i beklemektedirler. Ancak aradan dakikalar, saatler geçer, Cemil Bey ortalıkta yoktur. Böylece konser yapılamaz. Peki Cemil Bey nerededir? İnsanlar başına bir şey geldiğinden endişelidirler. Olay sonradan anlaşılır. Konser saati yaklaştıkça Tanburi Cemil Bey’i sahne heyecanı tutmuştur. Bu sahne korkusu veya heyecanını yatıştırmak için kendince bir çözüm olarak bir meyhaneye girmiş ve üst üste aldığı alkolün etkisiyle kendinden geçmiştir. Bugün de bir kısım şarkıcı veya sanatla uğraşanların alkolden hatta uyuşturucudan medet umduğu malûmdur. İstisnalar olsa da meşhurlar veya tecrübeliler de dahil sahne bir korku ve heyecan sebebi. Yine bu köşede okuyacağınız Münir Nurettin Selçuk’un başından geçen bir hatıra da bunun en güzel örneklerinden biri.
Geçmiş zaman olur ki…..
Münir Nureddin Selçuk’tan bir hatıra.
Münir Bey’in yakın dostu tarihçi İsmet Bozdağ anlatıyor: “Çelik Palas Otelinde bir konser düzenlemiştim. Münir erkenden gelmiş hazırlanmıştı. Artık ben takdim konuşmasına çıkmak üzereyim: Münir ‘Boğazım!’ dedi. ‘Boğazıma bir şey oldu. Rahatsızlığımı haber ver bunca insan boşuna beklemesin.’ Önce şaşırdım, ama hemen toparlandım. Otelin doktoru çok başarılı bir iç hastalıkları uzmanı idi. Muayene etti. Doktor bana göz kırparak: ‘Yarım bardak su verin’ dedi ve çantasından küçük bir şişe çıkararak suya bir damla damlattı. Uzattı Münir’e. “Hadi şunu bir hamlede iç, bir şeyin kalmayacak!” Münir doktorun yetenekli biri olduğunu biliyordu, ama yine de tereddüt etti. Doktor, “Bunu için Münir Bey ve sahneye çıkın. Göreceksiniz ki sesinizdeki tutukluk geçmiş olacak! ‘Bir iki yudum aldı ve bir iki nota mırıldandı, düzelmişti. Salona çıkardık. Belki de hayatının en güzel konserini o gün vermiştir. O kadar şaşılacak ses oyunları yaptı ki. Sonradan doktora sordum: “Yahu o gün Münir’e verip içirdiğin damlanın adı ne? Söyle de otelde bulundurayım.’’ Güldü. “İlâç falan değildi, damıtılmış su idi o iki damla.” “Ee nasıl Münir’i birden iyi etti öyleyse?” “Münir hasta değildi ki. Sanatkârları sıkça yoklayan bir fobiye yakalanmıştı. Gerçek sanatçıların çoğu bu sebepsiz korkuya yakalanırlar. Fransızların meşhur Sarah Bernhar’ı her gece iteleyerek sahneye atarlarmış. Çünkü o da her gece, “Bu gece oynayamayacağım, rezil olacağım” korkusu çekermiş, fobiye yakalanırmış.” 30.09.2010 E-Posta: alioktay@alioktay. net |