M. Latif SALİHOĞLU |
|
Başörtüsü gel–gitleri |
Başörtüsü meselesinin tam da siyasîlerin gündeminde olduğu esnada YÖK Başkanı Prof. Özcan tarafından yapılan bir açıklama, farklı algılamalara ve gerilimli tartışmalara yol açtı. YÖK Başkanı, kendilerine ulaşan bir şikâyete bağlı olarak, İÜ'de bir öğrencinin kıyafetinden dolayı dersten çıkarılmasının doğru olmadığı, üğretim üyesinin yönetmeliğe aykırı gördüğü bir kıyafet sebebiyle, öğrencisi hakkında üniversite idaresine ancak yazılı olarak durumu iletebileceği yönünde bazı açıklamalarda bulundu. Bu açıklama, aynı zamanda ilgili üniversite yönetimine gönderilen "Öğrenciyi, kıyafetinden dolayı sınıftan atmayınız" mesajlı bir yazıya dayanıyordu. "Kıyafetinden dolayı..." deyince, bunu çoğu kimse "tesettürlü giyim ve başörtüsü" şeklinde anladı. Nitekim, bizi arayan birçok üniversiteli öğrenci, gelişmeleri bu mânâda okuyup anladığını ifade etti. Oysa, YÖK Başkanı Özcan'ın da bizzat yaptığı yeni açıklamaya göre, söz konusu gelişmelerin başörtüsüyle bir ilgisi bulunmuyor. Meğerse, bu hadisenin başlangıcı, bir kız öğrencinin sınıfta başına taktığı şapkaya dayanıyor. Öğrenci, başındaki şapkadan dolayı bed muamele görmüş, bir haksızlığa uğramış ve bu sebeple şikâyetini YÖK'e bildirmiş. İşte, YÖK Başkanı da bu şikâyete binaen İÜ'ye bir yazı göndermiş; öğrencilere bu şekilde müdahale edilmesinin yanlış olduğunu söylemiş. Haliyle, bu haber, gerek medyada, gerek üniversite camiasında ve gerekse kamuoyunda flaş bir gelişme olarak yankılandı. Meselenin mahiyeti, içyüzü daha tam olarak bilinemeden, konuşmalar, tartışmalar her tarafta başını aldı yürüdü. Ortam, bilmem yüz kaçıncı defa olmak üzere, bir kez daha gerildikçe gerildi. Gelinen noktaya bakıldığında ise, şunları söylemek mümkün: * YÖK Başkanı Özcan'ın yazılı ve sözlü açıklamaları, ideal bir mânâyı taşımakla birlikte, yeterli güvenceyi sağlamaktan uzaktır. * Söz konusu yazı ve açıklama, temel insan hakkı olan "başörtüsü hürriyeti"ni sağlamayı garanti altına almıyor. * Bu meseleye şimdiye kadar ciddî, samimî ve rasyonel şekilde yaklaş(a)mayan siyasîlerin, bir kez daha "med–cezir" oyununu oynamaya teşne oldukları anlaşılıyor. * Gözyaşlarını içlerine akıtan, yürekleri ukdelerle parelenmiş olan mâsum başörtüsü mağdurlarının el altından uyandırılan hevesleri, ne yazık bir kez daha kursaklarına hapsedilecek gibi görünüyor. * Bu meyanda hükümet ve siyaset âleminde yaşanan gel–gitler, insanı kahredecek ve güveni temelden sarsacak boyutlara çıkmış bulunuyor. * Türkiye'de uzun zamandır yaşanan bu müzmin derdin, öyle basit, sıradan ve dahi sırıtan birtakım tedbir ve müdahalelerle devâ bulmayacağı hususu, artık iyiden iyiye anlaşılmış olmalı.
Ninelerin başörtüsü ve Yeniçeri kıyafeti
Bazı kimseler, başörtüsünün siyasî ve ideolojik bir anlam taşıdığını iddia ediyor ve şu teklifte bulunuyor: "Başını örtmek isteyen, ninelerimizin baş bağlama şeklini örnek alsın." Bu tip kimseler, yarın çıkıp şöyle bir teklifte de bulunurlar mı acaba: "Askerlerimiz, Avrupaî giysileri terk etmeli, dedelerine benzemeli, meselâ Yeniçeri kıyafetini örnek almalı."
Tarihin yorumu 7 Ekim 1966 Piyasada yerli otomobil var mı?
Piyasa değeri olan, ilk yerli olduğu kabul edilen otomobile "Anadol" ismi verildi. (7 Ekim 1966) Kimi otomobil meraklıları tarafından hâlâ kullanılmakta olan Anadol'un seri üretimine aynı yılın sonlarında başlandı. Vehbi Koç'un sahibi olduğu Otosan Otomobil Sanayi A.Ş. tarafından İstanbul'daki fabrikada üretilen bu otomobillerin kaportası cam elyafı ve polyesterden yapıldı. Anadol marka otomobillerin seri üretimine 1984'te son verilerek, aynı fabrikada Ford Taunus'ların imâlatına geçildi.
Yüzde yüz yerli değil Anadol marka taksi ve kamyonetler için her ne kadar "Yüzde yüz yerli" tâbiri kullanılmakta ise de, bu doğru değildir. Zira, bu otomobilin en mühim parçası olan motor ithaldir. Evet, Anadol üretiminde motor olarak baştan itibaren Ford motorları kullanılmıştır. İlk kullanılan motor ise, Ford'un Cortina modelinin 1200 cc'lik Kent motorudur.
Devrim Bazı kimseler, ilk yerli otomobil üretimi olarak 1961'de TCDD yardımıyla imal edilen "Devrim" isimli otomobilden söz ederler. İçinde N. Erbakan'ın da mühim emeği olan Devrim otomobilinin seri üretimi yapılamadığı gibi, bu otomobil trafiğe de çıkarılamamıştır. Çalıştırıldıktan sonra birkaç metre ilerleyip durmuş, daha öteye gidememiştir.
Düşündürücü nokta Sadece otomobil değil, bilgisayar, cep telefonu gibi ileri teknolojiye dayalı üretim sahasında ülkemizin geri kalmışlığı son derece düşündürücü ve üzüntü vericidir. Türkiye'nin çağ atladığını söyleyenlerin—onlarca ithal markaya mukabil—yüzde yüz yerli marka bir otomobil, bir bilgisayar üretememesini acaba nasıl değerlendiriyor, cidden merak konusu. 07.10.2010 E-Posta: [email protected] |