Halil USLU |
|
“Onlara ‘ölü’ demeyiniz” |
Bedir Savaşı’nda “Falanca filanca öldü gitti” denilince, âyet nazil olur. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: “Fîsebilillah [Allah yolunda] öldürülenlere ölü demeyin. Bilâkis onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız.” 1 Peygamber Efendimiz (asm) bir çok sahada şehit olunacağını beyan etmiştir, bunlardan bazıları “Suda boğulan, yangında ve enkaz altında ölen, abdestli yatıp da ölen, müttakî müezzin, Allahü Teâlâ’dan sıdk ile ihlâs ile şehitlik isteyen yatağında ölse de şehittir. Garip, kimsesiz olarak ölen, zehirli hayvanın kendisini sokması neticesi ölen, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker yaparken öldürülen kimse şehiddir” 2 ve talebe-i ulum, âlimler, evliyalar ve başta peygamberler hep bu kapının namdar ve parlayan güneş ve yıldızlarıdırlar. Bu tesbitlerin her başlığı ayrı birer makale mevzuudur. Evet bizim inanç ve imanımızda bu zümre-i salihîne ölü diyemeyiz, hepsi Hakk’ın namdar birer eridir ve haydırlar, aramızdadırlar. Nefes aldığımız havayı göremediğimiz gibi, onları da hissediyoruz, fakat göremiyoruz. Lâkin dar zamanlarımızda onlarla karşılaşıyor ve onların himmetlerini görüyoruz. Hz. Bediüzzaman, Mektubat eserinin 1. Mektub’unda 5 tabaka-i hayatta, makalemizin ve bu mevzuların bütün derecâtını gayet muknî olarak yazmış ve bizler de derecâtımıza göre bunlara muhatap olmuşuzdur. Evet, ruhaniyâtla iç içe yaşamaktayız. İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiş ve hâlâ da yardım ettiği insanlar vardır. Âyetlerin tasdik ve haber verdiği, şanlı ve görkemli Bedir, Uhud ve emsâli seferlerde meleklerin görülmesini nasıl unutacağız. 14 asır sonraki Çanakkale Zaferi’nde, Kore destanında ve Kıbrıs çıkarmasında görünenleri ve yalçın kayalıklarımızdaki manevî tasarruflarını nasıl kabul etmeyecek ve nasıl görmeyeceğiz? Çok sırlı bir âlemdeyiz. Yüzlerce misâlden birkaç şahit olduğumuzla noktalayalım bu “ruhaniyat ve şehid” makalemizi. 1996 yılının Mayıs ayında, yani bundan 14 yıl önce, Yozgat ilimizde, oradaki can dostu kardeşlerimizin dâvetiyle, şehir kültür merkezinde “Bediüzzaman’dan Çağımıza Müjdeler” başlıklı bir konferans verdik. Şehir il müftüsünün de iştirak ettiği ve salonun baştan sona dolup taştığı o saatlerde, çok konferanslarda görmediğim bir manevî hava ile karşılaştım; Peygamber Efendimiz (asm) ve Hz. Bediüzzaman’ın ruhaniyâtının o salonda olduğunu hissettim, ağlayanların feryat edenlerin manzarası onu gösteriyordu. Dönüşümüzde, maceralı bir gece karanlığında Konya yoluna döndürüldük. Bir gün sonra hanımı kanser olan bir sanayici can dostum, ailesini ve beni de alarak, bitkiler ve şifa yaprakları üzerine bize bir menfez ve çığır açan Isparta Senirkent’te mukim merhum Ali İhsan Tola Ağabeyimize gittik. Kendisi ehl-i kalp, evliyadan bir zât idi. Küçüklüğümden beri tanırım. Bizi kabul etti ve ilk sözü “Hizmetleri anlat” oldu. Kendisinin manevî hallerini bildiğim için, Yozgat’taki tabloyu olduğu gibi naklettim. “Doğrudur” dedi ve ilâve etti: ”Bir gün Hz. Bediüzzaman’ı Isparta’da ziyaret ettim. Bana dönerek dedi ki: ‘Ali İhsan evlâdım, üç talebemin olduğu yerde benim ruhaniyâtım tecellî eder.’ Evet anlattığın doğrudur.” Şifalı bitki ve reçeteyi alarak gece Konya’ya döndük. Sabah Yeni Asya gazetesini açtım; Yozgat’tan A. Özkan ve F. Demir’in haberi: “Bediüzzaman Yozgat’taydı”. Göz yaşlarımı tutamadım. Hiçbirimizin diğerinden haberi de yoktu… Netice itibarıyla, başta Peygamber Efendimiz (asm) ve bu zât-ı nurânîlerin, şehitlerin zikredildiği yerlerde ve kitaplarının taşındığı ve satıldığı yerlerde, onların ruhâniyâtları vardır. Tayy-ı mekândır, bast-ı zamandır. Bu zatlara Türkiye’de ve dünyanın her yerinde muhatap olunabilir. Her karışta, her barışta ve her satırda onları görebilirsin. Yeter ki sadık ol ve ihlâslı ol. Bu aşk ve şevk içinde onlara tekrar muhatap oluyor ve yaşadıkça da olacağız İnşâallah.
Dipnotlar: 1- Bakara 154. âyet. 2- İbni Asakir, Deylemi, Taberani, Müslim, H.Şerif. 08.10.2010 E-Posta: [email protected] |