Hasan GÜNEŞ |
|
Eğitim ve tahkikî iman |
Geçenlerde medyada, satır aralarında geçen bir konu vardı. Son dönemlerde dinî hürriyetlere ve demokrasiye karşı uygulamalarıyla dikkat çeken bir hareketin önemli aktörlerinden, iki bürokrattan bahsediliyordu. Her ikisi de muhafazakâr ailelerden geliyorlarmış, hatta birisi çocukluğunda Kur’ân eğitimi de almış. Belki yüzdeye vurulduğunda bu tür insanların sayısının çok az olduğu düşünülecektir. Çünkü İslâmî yaşantıya karşı çıkanların büyük ekseriyetinin, farklı bir çevreden yetiştikleri ve İslâm’ı hiç bilmedikleri malûm… Çoğu tamamen yanlış bilgilerle; maksatlı propaganda ve saptırmaların etkisiyle hareket ediyor. Ancak bütün bunlara rağmen dindar ailelerin içinden de bu tür kişilerin çıktığını ve çıkabileceğini unutmamak gerekiyor. Bunların istisna olmadığını ve zamanın ahir zaman olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Evet, dünya imtihan dünyası ve son nefese kadar devam ediyor… Kimsenin kimseye gerçek mânâda faydası yok. Çünkü insanın gücü tebliğden öteye geçemiyor. Ayrıca hiç kimsenin de imtiyazı yok. Peygamberin (asm) kızı Fâtıma da (ra) olsa garantisi yok. O da çalışıp gayret etmeli, onun ailesi de onun için endişe etmeli, gayret etmeli ve mutlaka bir program takip etmeli. Peygamberimizin (asm) bu konudaki hassasiyeti malûmdur. Dindar ve geleneklerine bağlı bir Anadolu ailesi, “Dinini yaşasın, ahiretini kurtarsın, varlığımızın en önemli sebebi olan dinimizi müdafaa etsin ve milletimizin makus talihini yenerek Batıya karşı haklarımızı elde etsin” diye çocuğunu okula gönderiyor. Çocuk ise, başkalarının temsilcisi ve âleti olarak bambaşka bir hayat tarzı ve despot bir anlayış ile ailesinin ve toplumun karşısına çıkıyor. Bugün ailelerin işi her zamankinden daha zor… Sabahtan akşama kadar, hâlâ devam eden ve başka bir ülkede benzeri bulunmayan tek parti müfredatı ile yapılan bir eğitim… Daha sonra yoğun bir televizyon bombardımanı… Aradan çocuğu beş-on dakikalık gayretlerle kurtarabilirsek büyük başarı. Bugün hem Türkiye’de hem de İslâm dünyasında büyük bir eğitim seferberliği var. Belki de eğitim furyası demek daha doğru. Sınavlar, skandallar furyanın bir göstergesi. Başta ekonomik meseleleri çözmek ve konforlu bir hayat yaşamayı hedefleyen, Batı formatında olduğu iddia edilen fakat gerçekte basit bir taklidi olmaktan öte gidemeyen bir eğitim sistemi… Bu furya Osmanlı’nın son zamanlarındakilere çok benziyor. II. Abdülhamid Han belki de en çok okul açan ve Batıya en çok öğrenci gönderen devlet adamıdır. Ancak okullardan mezun olanlar, önce padişahı, sonra asırlarca dünyaya hükmetmiş koca Osmanlı devletini tahtından indirdiler. Milletin ayaklarına öyle bir pranga vurulmasına sebep oldular ki, hâlâ tam mânâsıyla çıkaramadık. Bugün eğitim sisteminde gizli ve açık hâlâ, tabiatçılık, materyalizm ve demokrasi karşıtlığı zihinlere kazınıyor. Beyinler yıkanıyor. Gelişmiş bir Batı medeniyeti; geri ve aşağı ve güya çağdaşlaştırılması gereken bir Asya ve İslâm dünyası imajı şuur altına sokuluyor. Batı, demokrasi hususunu çözdüğü için diğer meselelerde çok zorlanmıyor. Dinlerini terk edenler bile, bizdeki gibi milletinin karşısına inatçı bir yasakçı olarak çıkmıyorlar, çıkamıyorlar. İnsan hakları gibi normlarla zararsız yöneticilik yapabiliyor, milletine yine de faydalı olabiliyorlar. Ülkemizde uygulanan materyalist ve jakoben anlayış ise herkesi birbirine yabancı ve düşman hale getiriyor. Şüphesiz devletten beklenenler de bir yere kadar. Geri kalanı dindar ailelere ve müesseselere düşüyor. Ezbere dayalı dinî eğitim yerine, kalıcı ve sağlam olması için; araştıran, sorgulayan ve öğrendiği bilginin nerede, nasıl işe yarayacağını da öğreten bir eğitim mutlaka gerekli. Elbette Kur’ân-ı Kerim’i en ince fonetiğine ve tecvidine kadar öğrenmek çok önemli. Ancak Kur’ân’ın, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Âlemlerin Rabbinin bir hitabı olduğunu ve bize bir hayat nizamı olarak emredildiğini; niçin ve sebepleri ile beraber, sevdirerek hem akla, hem de kalbe nakşetmek çok daha önemli… İkisi mutlaka beraber verilmeli. Bazı bilgi ve uygulamalardaki noksanlık bir şekilde telâfi edilebilir veya en azından Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve affının şümulündedir. Ancak, Kur’ân-ı Kerim’e ve Peygamberimize (asm) bağlılık, sevgi ve saygı gibi imanî hususlardaki eksikliğin telâfisi olmadığı ve en nihayetinde çizgiden çıkmakla sonuçlandığını unutmamak gerekiyor. Zamanımızın aldatıcı unsurları, makam-mevki ve maddî imkânlar gibi imtihan vesileleri ve fitnelere karşı ayakta kalabilmek için her şeyden önce tahkikî ve kuvvetli bir imana sahip olmak gerekiyor. Çocuklara ve gençlere aşırı bilgi yüklemek yerine, İslâm’ı sevdirmek, günümüzde de yaşanabilir olduğunu ve iki cihan saadeti için tek çıkış yolu olduğunu öncelikle öğretmek gerekiyor. 11.10.2010 E-Posta: [email protected] |