Ahmet BATTAL |
|
Hakimler seçmeyi öğreniyor |
Yanlış anlaşılmasın, hakim ve savcılar da her yetişkin insan gibi, kavun “seçmeyi”, ev “tercih etmeyi”, doğruyu yanlıştan “tefrik etmeyi”, hükmü “temyiz etmeyi” … biliyorlar. Hatta –savcılar değil, ama- hakimlerin bir kısmı, seçim “yaptırmayı” da biliyorlar. Zira Yüksek Seçim Kurulu yüksek hakimlerden oluştuğu gibi, il ve ilçe seçim kurullarının başkanları da o yerin en kıdemli hakimleri. Amaç, seçimlerin bağımsız yargı denetiminde yürümesini ve dolayısıyla temsilde adaleti sağlamak. Ama mâlûm, hakimler seçmenin vereceği oyun muhtevasına karışamazlar. Sandıktan çıkan sonuca da müdahale edemezler, seçim ve sandık kurullarının siyasî üyeleri ve sandık müşahitleri bu sebeple var. Neyi öğreneceklerine gelince; Hakim ve savcılar önümüzdeki hafta sonu, kendilerini yönetecek bir kurul için, yine kendi aralarından on altı temsilci “intihap etmeyi” ilk defa deneyecekler. İşte bunun için “seçmeyi öğreniyorlar” dedim. Hukuk ve demokrasi ilişkisi enteresan bir konudur. Meselâ bir ağır ceza mahkemesi heyetinin bir sanığı “oy çokluğu” ile mahkûm etmesi halinde, suçlandığı fiilin aslında suç sayılmaması gerektiğine inanan sanığın yaşayacağı ruh hali, üzerinde film yapılmaya değecek kadar ilginç olacaktır. Ya da, daha önceki bir yazımda söylediğim gibi, bir kişinin “suçlu” olup olmadığına, demokratik yöntemle, o fiilden etkilendiği varsayılan bölge halkının, temsilcileri (jüri) eliyle ya da bizzat karar vermesinin adalete uygunluğu tartışılabilir. Bu kere HSYK seçimleri sebebiyle, hukuk ve demokrasi ilişkisi hakkında başka ilginç bir konu gündeme gelmiştir: Hakimler ve savcılar, anayasa değişikliğinden sonra oluşacak yeni HSYK’ya kendi temsilcilerini “nasıl,” yani hangi bilgiyle ve hangi yöntemle seçecekler? Yöntemin anahatlarını anayasa söylüyor: “Adaylar propaganda yapamazlar; sadece Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler.” Yöntemin ayrıntılarını ise anayasaya uygun olarak YSK belirleyecek. Propaganda olmadan seçim ve demokrasi olmaz demeyelim. Neticede “icraat” belli. Belediye başkanı seçmiyorlar ki, “Ne yapıp ne yapmayacaklarını bilelim de ona göre oy kullanalım” denilebilsin. Yani adaylar adaylıklarını açıklayacaklar ve dolayısıyla oy isteyecekler, ama “muhatabı belirsiz biçimde, (hukuktaki adıyla aleni icap yoluyla)” oy avcılığı yapmaları yasak. Peki, liste yarışı serbest mi? Hakimler demokrasisi partiler demokrasisine benzeyecek mi? Düğümü koparacak soru bu. Listeyi kim yapacak ya da kimler liste yapabilecek ve bu bir propaganda olmayacak mı? Liste yapan ve listeye dahil olan aslında gruplaşmış olmayacak mı? Gruplaşmak, bireysel propaganda yapmaktan daha tehlikeli değil mi? Bir siyasî ya da ideolojik grup, bir derneğin ya da kulübün adını kullanarak bir liste ile ortaya çıkar ve el altından da olsa bu listeye destek isterse bu kişilerin propagandasını yapmış olmaz mı? Hele hele başka bir grup, üstelik doğrudan doğruya “Adalet Bakanlığı” denilen hükümet mekanizmasının “adını kullanarak” bir liste ile ortaya çıkar ve “el altından” bu listeye oy isterse yeni bir antidemokratik propaganda yöntemi uygulamış olmaz mı? Aynen daha geçen ay kendisini “evet/hayır” cenderesine sıkıştırılmış hisseden seçmen gibi, hakimler de kendilerini, ya kendi ikballeri için ya da memleketin âli menfaatleri adına bu iki listeden birini tercih etmek mecburiyetinde hissederlerse… “Bu ne menem demokrasidir arkadaş” demez misiniz? Dersiniz, dersiniz… Zira dersiniz - dersimiz. O halde çözüm nedir? Çözüm basittir. Türkiye, demokrasiyi birilerinin sandığı gibi geçen aydan beri öğreniyor değil. Osmanlının son dönemine uzanan öncesini saymazsak, altmış yıllık bir demokrasi tecrübesi ve altmış yıllık bir seçim geleneği var. YSK bu geleneği bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hakkıyla temsil ve takip etmeli. Öncelikle, YSK liste yarışına kesinlikle izin vermemeli. Oy pusulalarının tulum listeyi işaret ettiği hallerde oyu geçersiz sayabilmeli. (Meselâ Edirne’de ve Kars’ta iki seçmen aynı listeye oy vermişse belli ki bir merkezden lanse edilen bir liste vardır). Liste yarışını engellemek için YSK gerekirse seçimin iptali mekanizmasını dahi işletmeli. Aslında daha da iyisi, başta sistem kurulurken, gerekirse çift dereceli seçim yöntemi uygulanarak dar bölge sistemi denilen sisteme uygun biçimde her bir küçük grubun bir temsilci seçmesi sağlanmalıydı. Ama anayasa değişikliği aşamasındaki hay huy içinde, maalesef bu konu da kaynadı gitti. HSYK üyelerinin bundan sonraki seçim süreçleri için çıkarılacak kanunda bari biraz dikkat edilse... 12.10.2010 E-Posta: [email protected] |