Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Siyaset de demokratikleşmeli |
Referandumun üzerinden bir ay geçti. Sonuçlar belli olduktan sonra konuşulmaya başlanan yeni anayasa bahsi, bir süre gündemi meşgul eden “Seçimden önce mi, sonra mı?” tartışmasının ardından tavsamaya yüz tuttu bile. Görünen o ki, yeni gündemlerin de açılmasıyla, bu konu yine gerilere atılacak. Oysa şimdiden partiler arası bir komisyon kurulup ön çalışmalara başlansaydı, hem konu sıcak tutulur, hem de yol alma imkânı doğardı. Ama olmadı. Öyle olunca da, bilhassa anayasa paketi için “Yetmez, ama evet” diyenler başta olmak üzere, bu konuda duyarlı kesimlerin yeni anayasa talebini unutturmamak ve konuyu sürekli canlı tutmak için çaba göstermeleri lâzım. Bu arada, ilk nazarda anayasayla doğrudan ilgisi yokmuş gibi görünen, ama demokrasinin önünü açmak bakımından büyük önem taşıyan başka konuların da gündeme gelmesi olumlu. Meselâ, yürürlükteki darbe anayasası gibi 12 Eylül ürünü olan Siyasî Partiler Kanununun da bir an önce yenilenip, özellikle parti içi demokrasiyi engelleyen düzenlemelerin kaldırılması gerektiği belirtiliyor ki, bu da son derece önemli. CHP Genel Başkanının, kendi partisini de dahil ederek, partilerin hiçbirinde demokrasi bulunmadığını söyleyip, bu durumu düzeltmek için “Siyasî Partiler Kanununu değiştirelim” çağrısını dillendirmesi, bu bağlamda dikkat çekici. Bu çağrının gereği mutlaka yapılmalı ve siyaseti de özgürleştirerek parti içi demokrasiye işlerlik kazandırmanın yolu açılmalı. Aksi takdirde, kendi içinde demokrasiyi hakim kılamayan partilerin “devleti demokratikleştirme” iddiaları boşlukta kalır ve bu yöndeki girişimlerinin de sağlıklı ve kalıcı sonuçlar vermesi çok zorlaşır. Nitekim devleti demokratikleştirme adına atılmak istenen adımlar gündeme geldiğinde sergilenen bürokratik direniş, en önemli gerekçe ve bahanesini siyasetteki antidemokratik yapı ve işleyiş olarak gösteriyor. “Sivil dikta ve sivil vesayet” iddialarının altında da bu mantık yatıyor. Siyaset gerçek anlamda tabana dayanan bir yapı ve işleyişe kavuşmalı ki, hem esen rüzgâra göre eğilip bükülmeyecek sağlıklı ve güçlü bir yapıya kavuşsun; hem de bürokratik oligarşinin sergilediği derin direnişe malzeme vermesin. Bu bakımdan, siyaseti demokratikleştirmek için hem Partiler, hem de Seçim Kanunlarında bu yönde değişikliklerin âcilen yapılması lâzım. Partilerde lider sultasını önleyecek mekanizmaların oluşturulması, milletvekili adaylarının önseçimle belirlenmesi, seçim barajının düşürülmesi gibi düzenlemelerle demokratik siyasetin önündeki engeller kaldırılmalı ki, genel anlamıyla demokrasinin gelişme yolu da açılsın. *** Necdet Öztorun ve Risale-i Nur Geçen hafta vefat eden emekli Org. Necdet Öztorun, 1987’de Kara Kuvvetleri Komutanlığından Genelkurmay Başkanlığına geçmesi beklenirken, Evren-Özal işbirliği ile devredışı bırakılan bir komutandı. Ona dair orijinal bir anekdot da Risale-i Nur’la ilgili. Ve şu sözler ona ait: “Ben mahkeme kararı olmadan kitap toplatılmasına ve yasağına karşıyım. Komutanlığım döneminde yasaklayabilseydim, Said Nursî’nin düpe düz laiklik aleyhtarı olan kitaplarını yasaklatırdım. Ama onları bile soruşturdum, mahkemelerde aklanmış. Yapacağım birşey kalmadı.” (Milliyet, 22.7.1987; Köprü, Ağustos-1987, s. 4) 12 Eylül’den sonra kuvvet komutanlığı yapmış bir kişi olarak Öztorun’un, özellikle Risale-i Nur’u yasaklamaya çalıştığını, ama mahkemelerde beraat ettiğini öğrenince eserlerin üzerine gitmekten vazgeçtiğini anlatan bu anekdot, Nur hizmeti için verilen mücadelenin başından beri hukuk zemininde yürütülmesinin ne kadar önemli olduğunu bir defa daha gözler önüne seriyor. Öztorun’un sözleri, bu tavrın, karşıtlarını bile hukuk duvarına çarparak geri çekilmek mecburiyetinde bıraktığının çok çarpıcı bir örneği... 12.10.2010 E-Posta: [email protected] |