Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Asr-ı Saadetten ahirzamana |
Asr-ı Saadette üç halifenin şehit edilmesiyle sonuçlanan fitnelerle ilgili bir suale Üstadın verdiği cevap, sonraki asırlarda meydana gelen birçok hadise gibi güncel bazı gelişmelere de ışık tutan ipuçları veriyor. Sual: “Sahabeler nazar-ı velâyetle (veli gözüyle) müfsitleri neden keşfedemediler? Tâ Hulefa-i Râşidînin üçünün şehadetini netice verdi...” (Bilindiği gibi, Dört Halifenin üçü, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.) şehit edilmişti.) Cevabın birinci kısmında, Sahabelerdeki velâyet sıfatının nübüvvet kaynaklı olarak, doğrudan doğruya zahirden hakikate ulaştıran gayet kısa, ama yüksek bir yolla kazanıldığını, keşif ve keramet gibi harika hallerin bu yolda az göründüğünü anlatıyor Üstad ve suikastların önceden keşfedilemeyişinin bir boyutunu böyle açıklıyor. İkinci kısımda ise, asıl üzerinde durmak istediğimiz konuya dair şu ilginç izahları yapıyor: “O hadisata sebebiyet veren ve fesadı çeviren, birkaç Yahudiden ibaret değildir ki, onları keşfetmekle fesadın önü alınsın. Çünkü pek çok muhtelif kavimlerin İslâmiyete girmeleriyle, birbirine zıt ve muhalif çok cereyanlar ve efkâr (fikirler) karıştı. (...) Onun için, ‘Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar o halet-i içtimaiyeden (sosyal ortamdan) istifade ettiler’ denilmiş. Demek ki, o hadisatın önünü almak, o vakitteki hayat-ı içtimaiyeyi ve muhtelif efkârı ıslahla olurdu. Yoksa bir-iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.” (Mektubat, On Beşinci Mektup, s. 84-7) Bu izahları çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor. İslâmın tarihe Asr-ı Saadet olarak geçen altın çağını, o döneme hariçten ve sathî bakanların kafasını karıştıran, bir kısım maksatlı ve ard niyetli kişilere de “Bu ne biçim saadet asrı?” diye sorduran—ki bu sualin cevabı da başlı başına bir yazı konusu—o suikastları neticeleri veren sosyal ortama dikkatleri çekiyor Üstad ve bir anlamda, çağımız Müslümanlarını Asr-ı Saadete bağlayan Risale-i Nur hizmetinde esas aldığı çok önemli prensiplerden birini nazara veriyor: Mücadeleyi kişiler değil, fikirler üzerinden yürütmek. Bozuk fikirleri ve onlarla zehirlenen sosyal ortamı ıslah etmek için gayret göstermek. Asr-ı Saadette, İslâm Arap yarımadasına ve diğer coğrafyalara hızla yayılırken, başka din ve milliyet mensupları bundan etkilendiler. Bu etkilenme genelde hiç şüphe yok ki son derece olumlu idi, ama bazılarında içten içe rahatsızlık ve intikam hislerini de biriktirdi. Ki Üstad, bu noktada, Hz. Ömer (r.a.) devrinde fethedilen İran’da oluşan hissiyata özellikle vurgu yapıyor. Eski dinlerinin iptal, devlet ve saltanatlarının da tahrip edilmesi sebebiyle millî gururları dehşetli yaralanan bazı İranlıların intikam için fırsat kollayan bir psikolojiye girdiğini, bazı bozguncuların da bundan istifade ederek o fitneleri çıkarıp suikastlara zemin hazırladığını belirtiyor. Ve Üstad, ahirzamandaki hizmet modelini, asırlar boyunca devam eden ve sonuçları günümüze kadar uzanan bu fitnelerden de çıkardığı derslerle oluşturuyor. Onun için, isyan hazırlığında iken kendisinden destek isteyen Şeyh Said’in bu talebini geri çevirirken, “Tek çare milletin irşad ve tenvir edilmesidir” mesajı veriyor. Ahirzamanın dehşetli şahıslarını net bir şekilde teşhis ettiği halde, onlarla ilgili olarak yapılan Nebevî ikazlardaki “Siyaset yoluyla galebe edemezsiniz” dersinin ve Asr-ı Saadetteki fitnelerden çıkardığı sonucun gereği olarak, kişi eksenli bir mücadeleden uzak duruyor; tamamen inanç ve fikir temelinde bir hizmet ortaya koyuyor. Her hal ve şart altında müsbet hareket prensibinden şaşmamayı da gerektiren bu hizmet modelinin ne kadar doğru, isabetli, sağlıklı, gerçekçi ve selâmetli bir yol olduğu, Asr-ı Saadetten ahirzamana uzanan tarih çizgisinde defaatle yaşanan zorlu imtihan ve tecrübelerle de sabit. Kişiler gelir, geçer; nitekim kimler geldi, kimler geçti... Ama fikirler öyle değil. Ve asıl olan, bozuk fikirlerin doğru fikirlerle tasfiye edilmesi. 03.10.2010 E-Posta: [email protected] |