Vehbi HORASANLI |
|
Lisân-ı mâderzad (anadil) |
Diyarbakırlı bir genç, belgesel bir film yaparak yaramıza parmak basmış. “İki lisan bir bavul” adı altında 9 aylık bir uğraştan sonra 80 dakikalık bir film ile milletimizin huzuruna çıkmış. Kendisine buradan teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Film, idealist bir öğretmenin Güneydoğu’daki bir Kürt köyünde yapmış olduğu görev esnasında karşılaştığı sorunları anlatıyor. Bu sayede hepimizin bildiği fakat görmezden geldiği bazı problemleri çok açık bir şekilde ortaya çıkarmış. Bu idealist öğretmen 5 yıl boyunca öğrencilerine bırakın okuma yazma öğretmeyi, Türkçe’yi bile doğru dürüst öğretemiyor. Peki, bu durum onun başarısız olduğunu mu gösteriyor? Hayır. Bu gayretli genç öğretmen, kötü bir eğitim-öğretim sisteminin kurbanı olmuş, o yüzden sonuç alamıyor. Bir akrabam, Lice’nin bir köyüne öğretmen olarak tayin olmuştu. “Öğretmenlik nasıl gidiyor? Dinî, imanî öğütler verebiliyor musun?” diye sorduğumda bana “Yahu sen ne biçim soru soruyorsun! Bu çocuklara Türkçe’yi öğretebilsem, kendimi başarılı olmuş kabul edeceğim” demişti. Şimdi kendisini daha iyi anlıyorum, zirâ öncelikle çözülmesi gereken anadil sorunu var. Anadilde okuma yazma öğretilmeden soruna çözüm bulmak mümkün değildir. Öncelikle anadilde okuma yazma öğretilmeli, daha sonra Türkçe ve ilkokul dersleri verilmelidir. Aksi takdirde 8 yıllık emek-çaba boşa gidecektir. Çünkü okuma yazmayı söken bir öğrenci sadece ders zamanı değil, diğer bütün boş vakitlerinde hatta çobanlık yaparken bile öğrenme faaliyetini sürdürebilecektir. Çok az bir çaba ile devletin aslî görevlerinden biri olan eğitim bu sayede sağlanmış olacaktır. İyi de, ana dilde eğitim öğretim nasıl olacak? Şimdiye kadar senin bu söylediğin konuda hiçbir şey yapılmamış ki. Ne altyapı var, ne de böyle bir hazırlık. Başbakan Erdoğan, “Devlet okullarında Türkçe’den başka bir dil öğretemeyiz, kusura bakmayın” diyor. Bir kere vatandaş olarak ben kusura bakıyorum. Eğer o koltukta oturuyor isen, milletin problemleri ile ilgileneceksin ve çözüm bulacaksın. Değil 33 lisan, 333 lisan bile olsa insanların anadilde eğitim yapması, öğrenmesi, kişinin en temel hakkıdır. Buna karşı çıkmak da geri kalmışlığın, baskıcı ve ırkçı yaklaşımın tipik bir örneğidir. Bakın, anadil ile ilgili olarak Bediüzzaman ne diyor. Divan-ı Harb-i Örfî isimli eserinin hatimesinde, anadil ile ilgili olarak, “İnsanda kaderin sikkesi lisandır. İnsaniyetin sûreti ise, sahife-i lisanda nakş-ı beyan tersim ediyor (resmediyor). Lisan-ı maderzad (ana dil) ise, tabiî olduğundan, elfaz (lafızlar) dâvet etmeksizin zihne geliyor. Alış veriş yalnız mânâ ile kaldığından, zihin çatallaşmaz. Ve o lisana giren maarif (bilgiler), nakş-ı ale’l-hacer (taşa kazınan nakış) gibi bâkî kalır. Ve o zeyy-i lisan-ı millî (millî lisanın işlemesi, nakşı) ile görünen, her ne olursa, me’nus (alışılmış) olur”. Evet, anadil o kadar önemlidir ki; o millî duyguların ışığıdır. Edebî eserlerin meydana çıkması için en gerekli şarttır. Eğitim ve öğretimin adeta hayat suyudur. Kıymet ve terakkînin terazisidir. Doğrudan doğruya herkesin vicdanını açan ışık demeti gibi tesirlidir. İşte bu sebeplerden dolayı hamiyet sahibi olanlar anadilin gelişmesi için çaba göstermek zorundadır. Bu konuda Mutkili Halil Hayali Efendi’nin hazırlamış olduğu elifba, Bediüzzaman tarafından örnek gösterilmektedir. Muhakkak sûrette müracaat edilmelidir. Evet, devletimiz şimdiye kadar Anadolu’nun her yerinde okullar açmış, gerekli öğretmen ve malzemeleri temin etmiştir. Bunun için herkesin şükran duyması gerekir. Lâkin Türkçe’yi bilmeyen çocuklar bu kadar emek ve masraftan istifade edememektedirler. Başta Kürtler olarak sadece kendi mahallî lisanlarını bilen çocuklar ilimden irfandan mahrum kalmışlardır. Zira bölge lisanını bilmeyen hocalar çok isteseler bile faydalı olamamaktadırlar. Terörün bu kadar artması ve 30 bin insanımızı kaybetmemizin en önemli sebebi, işte budur. Eğer 102 yıl önce Bediüzzaman’ın yazmış olduğu bir makalesinde olduğu gibi okullar açılmış olsa idi, bugün karşılaşmış olduğumuz sorunların çoğu çözülmüş olurdu. Bakın Bediüzzaman daha o tarihte güzel bir örnek olması ve teşvik için bazı yerlerde okul açılmasını öneriyor. Beytüşşebap, Mutkan, Belkan, Sason, Sipkan, Hayderan civarında ve Van’ın merkezinde dinî ilimler ile beraber fen ilimlerinin okutulduğu en azından 50 kişinin okuyacağı okullar açılmasını söylüyor. Bu okullar sayesinde bölge halkının maddî ve manevî olarak kalkınabileceği, hatta birlik ve beraberliğin tohumları atılarak devletimize büyük bir kuvvet temin edileceği ifade edilmektedir. Kısaca devletimize büyük görevler düşmektedir. Bediüzzaman’a kulak verildiği takdirde sorunlar bir bir çözüme kavuşturulacaktır. Daha hayatında o bölgeye gitmemiş insanların, hele hele maneviyatta kör olanların fikirleriyle hiçbir yere varmamız mümkün değildir. Rabbime, Bediüzzaman gibi bir zâtı tanımak, onun eserlerini okumak lütfunu bahşettiğinden dolayı sonsuz şükürlerimi sunuyorum… 02.10.2010 E-Posta: [email protected] |