02 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

‘Zorunlu askerliğe hayır partisi’

DÜN... Birinci Cumhuriyet’in kromozomlarını biraz daha gün ışığına çıkartacak iki gelişme oldu: Eşref Bitlis’in ölümüne ilişkin soruşturma ve JİTEM’in kurucusu Arif Doğan ifade vermesi. Birincisi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 1993 yılında uçağının düşmesi sonucu yaşamını yitiren eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in ölümüne ilişkin soruşturma başlattı.

İkincisi, JİTEM’in kurucusu Arif Doğan tüm bildiklerini anlatmak üzere Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’e ifade vermeye başladı.

Bu konulardaki her türlü gelişme, buradaki devlet etme anlayışının ve Birinci Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin çok daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Aslında...

Dün belki de en çok konuşulan konu...

Hükümetin kamuoyunda tartışmalara neden olan “tek tip askerlik” ile ilgili çalışmayı rafa kaldırma kararıydı.

Dışarıdan bakıldığında, dünkü çok önemli iki gelişmeyle doğrudan irtibatlı değilmiş gibi gözükebilir, ama kesinlikle öyle değil.

Çünkü...

Bizdeki “askeri cumhuriyet’in” temelinde “zorunlu askerlik” uygulaması var.

Anlatayım...

***

II. Abdülhamit döneminde Prusya Ordusu örnek alındı.

Bunun fiili uygulayıcısı da II. Abdülhamit döneminde askerî okullar müfettişi yapılan ve daha sonra da Çanakkale Savaşları’nı yöneterek en eğitimli, en seçkin sivil kadroları heba ettiren Alman Von der Goltz oldu.

Orduyu Alman devlet ideolojisine göre şekillendirmeye başladı.

Alman hükümdarı I. Frederich Wilhelm, “Prusya ordusu müstakbelde Prusya ‘millet-i müsellahası’ olacak” derdi... Von der Goltz da “Millet-i Müsellaha” isimli kitabında bu sözü ete kemiğe büründürdü, Osmanlı askerî bürokrasisi için 1908’den itibaren ordu-millet yaratmanın felsefesini oluşturdu.

Cumhuriyetin kurucu kadroları da “ordu-millet” felsefesini aynen benimsedi. Vatan ve millet bilincine sahip olan ordu, eğitimsiz milletin fikir ve duygularının gelişmesini, ruhunu ve maneviyatını yükseltmek yönünde güçlenmesini sağlayacaktı, daha doğrusu milleti askerileştirecekti...

Demokrasilerde ordu “devletin” parçasıdır...

Bizde Prusta tipi rejim kendi propagandasını “ordu milletin parçası” diyerek yaptı ve yapmaya devam ediyor... Prusya Devleti göçtü gitti, ama zihniyeti Ankara’da hâlâ yaşıyor.

***

Hükümetin teknik itirazlardan yola çıkarak tek tip askerlik uygulamasını rafa kaldırması çok olumlu ama Prusya modelinin tümüyle tasfiye edilerek rejimin demokratikleşmesi için “mecburi askerliğin” tedavülden kalkması, AB standartlarının bu konuda da ölçü alınması gerekiyor. Son olarak Almanya’da koalisyon hükümeti de zorunlu askerliğe son verilmesi konusunda anlaştı.

Böylece, NATO ve AB üyesi ülkeleri arasında zorunlu askerliği sürdüren sadece sekiz ülke kaldı.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra birçok NATO ve AB ülkesi, hem zorunlu askerliği kaldırdı ve hem de ordularını küçülttü.

***

Türkiye’de de toplumsal talep bu yönde...

Gerek bedelli askerlik talep edenlerin, gerekse de “vatanhizmeti.com” sitesini kurarak askerlik yerine başka bir kamu hizmeti görevi yapmak isteyenlerin sitelerine bir göz atın... Askerlik çağındakilerin nabzının nasıl ve ne yönde attığını bir kavrayın...

Daha öncelerde...

Seçimler yaklaşırken “Bedelli Askerlik Partisi” kursak...

Parti programını da 1916’dan kalma zorunlu askerlik yasasını lağvetmek, Prusya Tipi Ordu anlayışını demokratikleştirmek, askerlik görevini AB üyesi ülkeler düzeyine denk bir şekilde yeniden düzenlemek ile sınırlasak...

Kısacası halka acilen “profesyonel ordu” sözü versek...

“Prusya Tipi Ordu zihniyeti ile Türkiye gerçekten ne kadar demokratikleşebilir” sorusunu tartıştırsak... Acaba nasıl bir teveccüh görür, Türkiye’yi hangi oranda demokratikleştirir, diye sormuştum.

Bu kez aynı soruyu parti adını “zorunlu askerliğe hayır partisi” olarak değiştirerek soruyorum...

Ortalama yaşı 28,5 olan Türkiye’nin gençleri ve onların yakınları, bireysel özgürlükleri AB düzeyine çıkartacak ve “orduyu devletin parçası” haline getirerek TSK’yı siyasetin dışına itecek böyle bir girişime nasıl bakarlar?

***

Tabii...

Kitlesel bir destek ve hatırı sayılır bir oy tabanı hesabından önce, demokrasilerde artık zorunlu askerliğin kalmadığı gerçeği ile hareket etmek çok daha sağlıklı bir davranış olacak.

Prusya rejimine son verecek bir demokrat arıyoruz...

Mehmet Altan, Star, 1 Ekim 2010

02.10.2010


Haşim Kılıç: “İlk üç maddeye de dokunulabilir”

ANAYASA tartışmalarının gelecek yılı da teslim alacağı kesin.

Bu konuda ağırlıklı söz sahibi olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, bugüne kadar tartışmaların uzağında kaldı.

Röportaj isteğimde, fazla konuşmak istemeyen tarafı ağır bastı; talebimi sohbet seviyesinde bıraktı.

Sonunda dört Ankara Temsilcisi ile önceki gün kapısını çaldık.

Anayasa’nın değişmez 3 maddesinden türban sorununa, yeni bir Anayasa’dan yargının içinde bulunduğu duruma kadar birçok şeyi konuştuk.

Sözlerinin tartışma yaratacağını kendisi de öngörüyordu; özellikle Anayasa’nın değiştirilemez ilk 3 maddesine ilişkin görüşlerini birkaç kez yineledi.

İki saati aşkın konuşmamızın özeti şöyle:

İLK 3 MADDE DEĞİŞİR Mİ?: Bence ilk 3 maddeyi dondurmak, evrensel hukuk kurallarına uygun değil. Ben ilk 3 maddeyi donmuş maddeler olarak görmüyorum. Aksi halde Anayasa’yı dondurursunuz. Hukuk devletini, demokrasiyi, laikliği geri götüren uygulamaya geçit verilemez. Laikliği, demokrasiyi, hukuk devletini daha ileri götürecek düzenlemelere engel olmaması gerekir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi son Anayasa değişikliğini hukuk devleti yönüyle ilk 3 maddeye aykırı görmedi. İlk 3 maddeyi hayata geçiren, anlamlı kılan, ilk üç madde dışındaki maddeler. O maddeler, ilk 3 maddeye zenginlik katıyor. Buradaki değişiklikler, ilk 3 maddedeki değerleri geri götürmüyorsa, Anayasa Mahkemesi izin veriyor. Bu değerlerin içini boşaltan düzenlemelere ise izin vermiyor. İlk 3 maddeyi zenginleştiren düzenlemelerle bu maddelerin pozitif gelişmelerle değiştirilmesi mümkün.

(Demokrasi, evrensel hukuk alanında ise bu 3 maddeye dokunulabilir mi?): İlk 3 maddeyi hayata geçiren maddeleri değiştirerek, zaten onu zenginleştiriyorsunuz. Anayasa Mahkemesi kararıyla bunu daha da ileri götürenlere izin veriyor. Zenginleştirmeyip boşaltana ise izin vermiyor. O nedenle gerektiğinde ilk 3 maddeye pozitif olarak dokunulabilir. Bu hassas bir nokta... Ben “Dokunulur” derken, pozitif, olumlu anlamda bir süreçten söz ediyorum.

YENİ ANAYASA: Halk yoruldu. Yeni Anayasa konusunu biraz buzdolabına koymak lazım... Takvim zor. Uyum yasaları, seçim süreci var. Sağlıklı müzakere ortamı doğmayabilir. Seçimden sonraya bırakılması daha uygun...

DEVLETTEN YANA: Yüksek yargı, devlet ile birey arasındaki tercihlerini hep devletten yana kullanmıştır. Yargının bireyi ön plana almak yerine daha çok devletten yana ağırlığını koyması, bu sorunların artmasına neden olmuştur.

TÜRBAN: Anayasa’yı, yasaları zorlamadan, uygulamayla çözülmesi doğru idi. Yargıya güven duymayan bir kesim var. Anayasa ve yasaların detaylı olması, yargıya yorum hakkı verilmemesi yönünde anlayış gelişiyor. Yargı yorum zenginliği geliştirseydi, pek çok sorun çözülebilirdi. Özgürlük talepleri yanında karşı düşünceleri, korku ve vehimleri de hesaba katmak gerekiyor. Çekincelerin iyi analiz edilmesi lazım... Toplumsal uzlaşma ile ortak bir siyasete varılmalı. Her şeyi yasa ile yapmayı düşünmemeliyiz. Anayasal ve yasal düzenlemeler yapmadan da çözüm getirilebilir. Şu anda farklı uygulamayla yürütülen durumlar da var. Uygulamayla rahatlıkla çözülebilecek bir konu.

TÜRBANDA BİREYSEL BAŞVURU: “Daha önce verdiğimiz karar, bireysel başvuru ile önümüze gelirse ne yapacağız” diye de düşünüyoruz. Geçen hafta bu konuyu konuştuk. Arkadaşlarımız çeşitli ülkelerde inceleme yapıyor. Anayasa Mahkemesi, AİHM’nin bir modeli haline geliyor; adeta “Türkiye İnsan Hakları Mahkemesi”...

YARGIYI HUKUKA ÇEKMEK: Bireysel başvurunun ana damarı, yargıyı hukuk alanına çekmek. Yasama ve yürütmenin hukuk dışı eylemlerine karşı yargı yolu var. Yargının sebep olduğu hak ihlallerinin götürülebileceği bir yer yoktu, şimdi var. (...)

‘YARGI SİYASALLAŞTI’ Yargı ile yasama ve yürütme arasında güven sorunu var. Yasama ve yürütme açısından bu sorun, yargının tarafsızlığı biçiminde ortaya çıkıyor. Yasama ise iki gücün kendisini kuşattığını düşünüyor. Yargı iş itibarıyla tıkanmış noktada. Sorun yüksek yargıda... Yargının içindeki seçimler, yargıyı siyasallaştırmıştır. Yargıdaki çekişmenin, siyasete kaymasının nedeni, bu seçim sisteminden kaynaklanıyor. Yüksek yargıda ya seçim sayısı azaltılmalı ya da seçim sistemi derhal değiştirilmeli.

‘HALK DIŞLAR’ (...)Egemenlik yetkisi kullananlar, özgürlüklerle, demokrasiyle, hukuk devletiyle kavga etmemeli. İyi geçinmezlerse, toplum bunları sürecin dışına itiyor.

FARKLILIKLARIN BİRLİKTELİĞİ: Başbakan’ın yüzde 42’yi önemsediğini, incelenmesi gerektiğini söylemesi ümit verici bir gelişme. Yüzde 42’yi sahiplenenler de yüzde 58’i analiz etmeli. Yüzde 42’nin içindeki korku ve kaygı anlaşılmalıdır. Halkın en büyük hassasiyeti, hayat tarzının ve özel yaşam biçiminin müdahaleye uğrayacağı yönünde... Olumsuzlukların giderilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Yoksa farklılıkları bir arada tutamayız. Farklı kültürler birbirlerini anlıyorsa, bir arada yaşayabilir.

‘TUTUKLULUK CEZA OLDU’ Maalesef tutukluluk süresi cezalandırmaya dönüştü. Cezaevlerindeki 115 bin kişinin 65 bini tutuklu. Bu, insan onuruna vurulan en büyük darbedir.

Muharrem Sarıkaya,

Habertürk, 1 Ekim 2010

02.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.