Muzaffer KARAHİSAR |
|
Sen dönerken aramıza |
Yıllar öncesiydi… Afyonkarahisar’da zulüm yapılmıştı sana; insafsızca, acımadan. Suçsuz, masum, maznundun karanlık, soğuk, hapse, tecridi mutlak’a haksız yere koyduklarında. Âlim, yaşlı, yalnız, kimsesiz, garip, sakin, şefkatli, merhametli melek gibi bir Allah dostuna her türlü işkenceler ettiler, soğuk odalarda üşütüp hasta olması, ölmesi için acımadan zehirlediler. Ateşe koşan pervaneler gibi senin yanına gelip elini öpmeye çalışanlar dipçiklerle dövüldü, kovuldu. Kimi insanlar uzaktan hasretle içini çekerek baktı arkandan. Sen giderken kadınlar, çocuklar, yaşlılar pencerelerden bakıştılar ümitle, hasretle arkandan… Küçücük masum eller senin için kalktı havaya. Duâlar edildi, niyazlar, cevşenler okundu, tespihatlar yapıldı. Şerirlerin, şerlerinden, belâlarından, fitnelerinden muhafaza edilmen için.. Sen de dua ettin herkese, merhametinden, şefkatinden, insafından; Düşmanlarına dahi beddua etmedin. Bütün bunlara rağmen Afyonkarahisar’dan güler yüzle, tebessümle veda ederek ayrılmıştın, hayranlarını, talebelerini, dostlarını arkada bırakarak. Elli sene oldu sen buralardan gideli. Sana ve eserlerine olan hayranlığımız, aşkımız, sevdamız, hasretimiz, ümidimiz daha da arttı. Kapladı bütün ruhumuzu, kalbimizi, duygu ve düşüncelerimizi. İslâm idealinin alevleri parladı yüreğimizde, yanar dağlar gibi. Sana zulmeden insafsızların hepsi toprak altına girdiler. Tarihin çöplüğünde lanetle ve nefretle yerlerini aldılar. Alâyişlerinin, nümayişlerinin ve dinini dünyaya satmış riyakârların alkışlandığı, saltanatlarının virane mekânlarına baykuşlar tünedi… Seni hapsettikleri soğuk ve loş mahpushane duvarları yerle bir oldu. Sana pencereden el sallayan masum çocuklar büyüdü, okudu, baba oldular. Onlar hâlâ senin ismini yâd ediyor, kitaplarını okuyor, okutuyorlar. Afyonkarahisar Kalesi sen giderken gördüğün gibi, aynı vaziyette. Senin gibi dimdik ayakta, eğilip bükülmüyor zalimlere, zındıklara, inançsızlara karşı. Üstündeki gökyüzünde kuşlar yine uçuşuyor, bulutlarla birlikte. Çiçekler açıyor her bahar dağlarda, ovalarda. Kapakları kırmızı çiçeklerden yapılmış risâlelerden tefekkür dersi yapılıyor, Rabbimin Rahmet eserlerine; dağlara, ovalara, çiçeklere, kuşlara bakarak… Sen varsın buralarda; Çocuklar senin kitaplarından ders okuyor, yemek duası yapıyorlar. Gençler senin “aziz üstad” ilahileri ile gençlik marşları söylüyorlar, Yaşlılar senin hatıralarını yad ediyorlar, Kur’ân, Cevşen okuyup sohbet ediyorlar… Senin dâvâna sahip çıkmış, ilâ-yı kelimetullah sancağını dalgalandıran, “iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden” Ömrünü, var oluş gayesini islâma, imana adamış, vakıf olmuş yiğitlerin, kahramanların var. Kara bulutlar, zifiri karanlıklar, hapisler, zindanlar bitti artık. Dünya yüzünü Kur’ân güneşiyle saadetler, mutluluklar kapladı. Senin Müjdelediğin Cennetasa baharlar geldi. Senin ihlâsla sıdk ve sadakatle öğrettiğin ideallerin, mefkurelerin dolaşıyor zihinlerde. Kur’ân-ı Kerimi bütün insanlık için yorumlayıp tefsir etmiştin. Herkes ilim, irfan çeşmesinden su içiyor, kana kana. Üç Ekim 2010 da, İstanbul da onbin kişilik Salonda senin Sempozyumun yapıldı. Elli ülkeden gelen ilim erbabının dilinden seni dinledi, hüşyar gönüller, alkışlarla… Elli yıl sonra, on üç Ekim’de seni karşılayacağız Afyonkarahisar Hükümet Meydanında. Sevinçle, heyecanla akın akın insanlar Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırına, senin ruhaniyetine hoş geldin diyecekler. Gidişinde de, dönüşünde de vakar var… Hoş geldin.. Hoş geldin gönüller sultanı… 13.10.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (12.10.2010) - Sonbaharın hatırlattıkları (14.09.2010) - Ali Bey’in not defterinden (09.09.2010) - İnsanlara yardım, hayvanlara şefkat (07.09.2010) - Ramazan bereketi |