18 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Bizzat gelseydin, seni görmeye kalpler dayanır mıydı ki Üstadım?

Yine hafif serindi Afyonkarahisar… Biz de günlerdir heyecanlıydık tabiî ki… Kaç gündür duramıyorduk yerimizde… “Şöyle yapalım kardeşler... TIR’ı böyle duyurabiliriz ağabeyler...” Sürekli bu cümleler vardı dilimizde.. Kalplerimizin hâliniyse kelimelerle tarif etmek mümkün değil. Kıpır kıpırdı. Ah şu TIR artık bir gelse de, gönüllerdeki hasret bir bitse...

Nihayet ulaştık 13 Ekim Çarşamba gününe. Ulaştık da nasıl ulaştık bir göreceksiniz… Vallahi uyuyamadı bazılarımız heyecandan. Bazılarımız rüyasında karşılayacaktı TIR’ı. Gecemiz gündüzümüze karıştı anlayacağınız. Sonunda o gün ikindi vaktine ulaştık. Her şey hazırdı. Afyon halkı bakıyordu meraklı gözlerle bizlere. “Sevda dedim bilir misin? Göze almak ölümü!” sözleri hoparlörlerden çınlıyordu Hükümet Konağı önünde. Sevdamızı anlatıyorduk Afyonlulara, yollara, camilere, parklara. “Bir sevda adamını bekliyoruz” diyorduk “Ne oluyor burada?” diye soran teyzelere, amcalara…

Afyon halkı da bekliyordu Üstadım’ı. Küçük çocuklar, gençler, amcalar, teyzeler… Hava kapalı diye gelmemezlik yapmamış halk. Zaten Rabbim de öyle güzel bir gökyüzü sundu ki o gün. Ne kuru bir sıcak vardı Afyon’da, ne de o ün yapmış soğuk hava! Hiç yağmur da inmedi halkı dağıtacak. Ama TIR’la vedalaşırken Afyon da ağladı resmen.. Gökyüzü de tutamadı gözyaşlarını. Adeta Rabbim bu büyük hizmete rahmetiyle maddeten tesir etti… Bizeyse içten içe biraz utanmak kaldı açıkçası! Çünkü hepimiz ister istemez biraz endişe etmiştik ya yağmurlu olur, hava soğuk olursa diye. Ama bir an düşünemedik heyecanımızla galiba! Rabbim bu hizmete en küçük bir engele izin verir miydi hiç? TIR’ı hepimizden güzel karşıladı, hepimizden güzel uğurladı O (cc)... Zaten sonra TIR ekibindeki ağabeyler de söyledi; her yerde böyle oluyor, program bitene kadar hava çok güzel oluyor, sonunda da yağmur iniyor diye. O zaman anladım ki, bütün Türkiye TIR’a veda ederken tutamamış gözyaşlarını. Teşbihte hata olmasın; Rabbim her yerde rahmetiyle “Sadâkte..” demiş TIR'ımıza.

O gün alandaki heyecanımıza dönecek olursak; garip bir hüzün, ama o hüznü fazlasıyla bastıracak bir sevinç vardı içimizde. TIR’ın konaklayacağı yerin karşısı eskiden Üstadımın kaldığı hapishaneymiş. Şimdiye yıkılmış çoktan tabiî. Önce duyunca hüzünleniyorduk biraz. Üstadım’ın yaşadığı işkenceler geliyordu aklımıza. Ama sonra “İşte!” diyorduk. “Cennetâsâ baharlar geldi Üstadım! Bak işkencelerin bittiği, Nurlar’ın herkese neşrolunduğu zamandayız artık. Dünyaya İslâmı anlatacak nesil yerini aldı. Seni bekliyor. Karşılamak için can atıyor adeta.”

Sonunda haber geldi; TIR yaklaşmıştı Afyon’a. Doluştuk arabalara, karşılamaya gittik. Büyük bir sür’atle geldi TIR’ımız. Duramıyordu yerinde. Koşa koşa Nurları anlatmak istiyordu Afyonlulara.

Bizler de duramadık tabiî... Önce alkış tutturduk ağabeylerimizi “hoşgeldiniz” diye selâmlarken. Sonra gözyaşlarımızı tutamadık... Sevinç çığlıklarıyla karıştı damlalarımız. Bizi böyle gören İbrahim Özdabak Ağabeyin de gözlerinin bu tablo karşısında dolduğunu öğrendik sonra... Herkesin kalbi bambaşka bir heyecanla atıyordu yani bu buluşmada. Hasretin bitmesi, karşılananı da karşılayanı da sevinçten ağlatıyordu belli ki.

Öyle bir ruh hâli vardı ki o TIR’da. Öyle birikmiş bir muhabbet vardı ki... Memleketimizin, annelerimizin, babalarımızın, dâvâ kardeşlerimizin olduğu yerlerdeki şahs-ı mânevîyi toplayıp getirdi, bizlere sundu maddeten adetâ.

Gözyaşlarımı tutamazken şükretmekten alamadım kendimi… Rabbim şükürler olsun, bizi, Üstadımın müjdelediği günlere ulaştırdın. İnşâallah ona lâyık talebe olmayı da nasip edersin. Nasıl bir zât, nasıl bir hakikat tefsiri, nasıl bir hizmettir ki bu, bir şehrin havasını böyle değiştirebildi. O gün o zâtın kendisi gelseydi, onu görmeye kalp dayanabilirmiydi ki ya Rabbi?

Şahs-ı mânevîsini gördük, soluduk, tattık resmen. Tabiî o zatı görmek inşâallah onun duâlarındaki gibi Cennetü’l-Firdevs’te nasip olacak, ama böyle büyük bir hakikati görmek, yaşamak, içinde bulunmak ne büyük bir sevinç. Rabbim bize dünyada Nurları diğer kullarına tanıtmak vazifesi ihsan etmiş.. İnşâallah görevimizi hakkıyla tamamlayıp, hakikatleri dünyaya duyurup da Nurların müellifine kavuşmayı da nasip eder… Kâinatta ki zerreler adedince âmin, âmin, âmin...

Yepyeni bir TIR seferiyle bütün dünyada duyulabilmek, tekrar bu dev şahs-ı mânevî hizmetiyle kucaklaşabilmek duâsı ile İnşâallah… Selâmun aleyküm…

NAZLI SERTBAKAN

18.10.2010


Hicret’i “Hicret”e yollarken

Okuyucularımız kusura bakmasınlar ilk başta bu yazıyı bir aile bilgi defteri gibi zannedebilir, ama okundukça ülkemizde yaşanan bazı sıkıntıların insanları ne kadar etkilediğini göreceklerdir.

Annem beni evlendirdiği zaman lise birinci sınıfın sömestri tatili idi. Yani kendim henüz çocuk yaşta idim. Ve kızım Hicret 17 Kasım 1980’de doğduğunda ben lise ikinci sınıf talebesi idim. Dolayısıyla aramızda çok yaş farkı olmadığı için arkadaş gibi büyüdük. Onu oynatıp, gezdirdiğimde kimse “baba –kız” bilmez; “kardeş” zannederdi. Kayseri’nin soğuk ve uzun kış gecelerinde hep ona sesli Risâle-i Nur okuduğum için, hitabeti hepimizinkinden daha “edebi” oldu. Bu “ders arkadaşımla” o kadar tempolu gidiyorduk ki, eve gelip yemek yedikten hemen sonra, kitaplıktan kitap getirir ve “hadi baba” diyerek okumamı beklerdi.

Zaman zaman onunla “köy pazarına” gider pekmez, süt ve sebze -meyve alır eve güle oynaya gelirdik. Evimizin balkonunda attığı topun tek kalecisi de ben olurdum. Askerî okula gittiğim 07.09.1982 tarihinde annemle “baba askere gitti” diye sabaha kadar ağladığını sömestri tatilinde geldiğimde öğrenmiştim. Saatlerce kucağımdan aşağıya inmemişti.

Zor ve sıkıntılı günlerin ardından sonra Kayseri’de kendisi İmam-Hatip Lisesinde okuduğu esnada tayinimiz Kars’ın Kağızman ilçesine çıkarıldı. O dönem ülkede “28 Şubatın” esaret soğukları estirilmeye başlamıştı. Okulu olmadığı için düz liseye devam edemedi. Açık Liseden mezun oldu, ama üniversiteyi kazanma şansı o an için olmadı.

İşin en zor tarafı ise “inançlara karşı 1000 yıl sürecek savaşın” en haşin hallerini başörtüsünden dolayı yaşadı. Yani tabiri caiz ise hastalık vb. haricinde “lojmandaki” evimizden dışarı çıkamadı. Sanki üç yıla yakın “ev hapsi” yaşadı. Bunlar benim “işimi kötü yaptığımdan dolayı değil”, onun ve annesinin “başındaki örtüden” kaynaklanıyor idi. İnandığı “dâvâdan” dolayı bu sıkıntıları çeken kızımla Allah’ın indinde hamd ediyorum.

Buradan ben Gaziantep’e gönderilince onları Kayseri’ye getirdim. Üniversite kazanmak için hazırlık dershanesine iki yıl giderek Eğitim Fakültesini kazandı ve okudu. KPSS’den aldığı seksen üzeri puanlara rağmen ataması olmadı, ama okumasını engellemek isteyen, “28 Şubat zihniyetine” karşı teslimi silâh da etmemiş oldu.

Ben Şırnak ve Gaziantep bölgelerinde çalıştığımız süre içerisinde o hem evimizin kızı oldu, hem anası oldu, hem kasası oldu, hem de dert babası oldu. Hatta bir gün Şırnak’tan izne gelirken “anacığım bir şey ister misin” dediğimde, o kadar müthiş bir şey istedi ki –halen hatırladıkça- dayanamayıp ağlarım:

“Sadece babamı istiyorum!..” (………)

Otuz Dört yıldır tanıdığım Yeni Asya camiamızda banimle tam otuz yıldır hareket eden, evde hem sekreterim, hastalandığımda tesellidarlık yaparak defalarca “Hastalar Risâlesi” okuyucum ve kardeşlerine “Risâle-i Nur’un çizgisini açarak üniversite kapısını gösteren” öncü, evimizin bereket direği annemin “tercümanı ve patik ile iş arkadaşı”, hanımın hem okuma yazma öğretmeni hem en büyük çocuğu kızımız Hicret’i önümüzdeki Çarşamba günü “hicrete” gönderme hazırlıklarını yapıyoruz.

Evimizden götüreceği en değerli çeyiz malzemesi hiç şüphesiz Yeni Asya Neşriyatımızın eserlerinden olan; Cüz Cüz Kur’ân’ı Kerim, büyük boy Cevşen, iki ciltlik Peygamberimizin (asm) Hayatı, İslâm ve Kadın İlmihalleri ile yeni tarz Risâle-i Nur Külliyatının yanında, İslâm Yaşar Beyin itina ile imzaladığı “Beşleme” vd. olacaktır. Zamanla eskiyebilecek maddî eşyanın aksine bunlar kıyamete kadar hep taze kalacaktır. Gerek Kağızman ve gerekse Kars’ta çocukluğundan beri okuduğu Can Kardeş’i, Köprü’yü ve Bizim Aile ile Yeni Asya Gazetesini rahatça ve gizlemeden okuyabilecektir.

Cenâb-ı Hakkın bize ihsan ettiği bu emanet kızımız, onun rızası dairesinde, Peygamberimizin (asm) sünneti üzere ve ebeveynlerin üzerindeki üç haktan biri olarak; “şer’an küfüv biri” olan ve hayatını Risâle-i Nur’un hakikatlerine göre şekillendiren damadımızla evlendirmelerini Cenâb-ı Hak bize nasip eder İnşallah.

Biz emanete rızası dairesinde bakmaya çalıştığımız gibi; bundan sonra da rızası dairesinde yaşayıp hayatlarını idame etmeleri için duâ edeceğiz ve buna inancımız tam olduğu için de, gönlümüz rahat olacaktır.

Bu duygularla kınamıza ve düğün merasimine gelebilecek arkadaş ve ahbaplarımıza “Sünnet-i Seniye dairesinde” bir kına merasimi sunmayı Cenâb-ı Hak bizlere nasip eder İnşallah. Dostlarımızdan, maddî bir takı beklentisinden ziyade; manevî destekleri olan duâlarını almış olacağız. 20.10.2010 Çarşamba günü saat 20.00’deki kına merasiminde Ankara’dan Gazetemizin Yönetim Kurulu üyesi ve yazarlarımızdan Sami Cebeci Ağabeyim bizleri kırmayarak Kayseri’de aramızda olacak ve “İslâmda Aile yapısı” konulu bir konuşma yapacaktır.

Üstad’ın; “Nev-î beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce’, bir tahassungâh ise aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır” (Sözler, 10. Söz) dediği gibi diyor “saadeti dareyne mazhar” olmalarını diliyor; kızımız Hicret’in ve damadımız Recep’in gözlerinden öpüyor,

Evlerinin küçük bir “Medrese-i Nuriye" olmasını Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz.

ŞERİF GÜNDÜZ

[email protected]

18.10.2010


İsmi ile müsemmâ Metin Çekin Ağabeyi uğurladık

Risâle-i Nur dairesindeki sohbetlerde hizmet beldelerinin bahsi geçtiğinde o mahal ile özdeşleşmiş fedakâr Nur Talebeleri vardır. Malkara ismi geçtiğinde ilk aklımıza gelen biriydi Metin Çekin Ağabeyimiz. Yıllardan beri Marmara bölge toplantılarında sık sık görüşme fırsatı bulurduk. Her zaman hizmetlerimizin içinde aktif olarak bulunma gayretinde olan bir Nur Talebesiydi. Bölge temsilciliği yaptığımız dönemde İsmail Arafat’la birlikte muhtelif zamanlarda misafiri olduk. Malkara’da Risâle-i Nur hizmetlerinin gelişimini merak etmiş, kendisi uzun yıllar hizmetlerde bulunduğu için anlatmasını rica etmiştim. Bizi kırmayıp naklettiği bu hatırasını, kendisine rahmet duâsı olur ümidiyle okuyucularımızla paylaşmak istiyorum:

“Malkara’da Risâle-i Nur hizmetleri öğretmenlik görevi ile İsa Yakan adındaki genç bir Nur Talebesinin gelmesiyle yetmişli yıllarda başladı ve ilk derslerimiz evlerde yapılırdı. Sık sık Nur Talebeleri ziyarete gelir, hem müfritane irtibat temin edilmiş olur, hem de gelişen hizmetlerden haberdar olurduk.

“Bir gün şehir dışından misafir olarak ağabeylerimiz gelecekti, evleri geniş olan ağabeyler o akşam müsait değillerdi. Misafirlerimizi de dâvet etmiştik, iptal etmemiz mümkün değildi. Ben köyden yeni gelmiştim. Mobilyacıda çalışıyordum. Tek oda ve mutfaktan ibaret bir evde oturuyordum, çaresiz kaldığımız bir zamanda eşimle konuşup misafirleri bizim evimizde ağırlamak için karar verdik. Başka odamız olmadığı için eşim ders süresince mutfaktan çıkmayacak orada bekleyecekti. Ders kalabalık oldu, birçok genç misafirimiz gelmişti. O imkânsızlıklar içinde evimizi hizmete açmak yine de bize büyük mutluluk veriyordu. Rabbim sonradan imkânlar nasip etti, çarşıda kendi yaptığımız binanın bir dairesini hizmete tahsis ettik. Derslerimizi burada yapıyoruz Allaha hamd-ü senâlar olsun. Ülkemizin şartları devamlı değiştiği için tedbir olarak girişi hem normal kattan, hem de ticarethanemizin içinden yaptık.”

Metin Ağabeyimiz emeklilikten sonra ticaret işlerini çocuklarına devretmiş. Kendisi bağ bahçe işleriyle de meşgul oluyordu. Malkara’yı ziyaretlerimizde bizi de bahçesine dâvet etti. Âyetü’l-Kübrâ Risâlesinin tefekkürle okunacağı bir manzarası vardı. Orada çok huzur bulduğunu bizimle paylaştı. Malkara’yı son ziyaretimiz rahmetli Şaban Döğen Hocamızla birlikten olmuştu. O akşamki dersi Şaban Hocamızın lisânından kardeşlerimizle birlikte dinlemiştik. Kendisinin hasta olduğunu duyduğumda hemen aradım. İsmi gibi Metin idi. Her şeyi kabullendiğini, durumunu bildiğini ve O’ndan gelip yine O’na döneceğimizin şuuru içinde olduğunu, her şeyi teslimiyetle karşıladığını ifade etmişti.

Görüşmemizden bir ay sonra gazetemizdeki ilândan vefat haberini okudum. Hasta olduğunu bildiğim halde benim için sürpriz oldu. Fakat ölüm her zaman gelebiliyor, belki önemli olan bizi hizmetin içinde yakalamasıdır. O şimdi Şaban Hocamız ve diğer Nur Talebeleri ile birlikte âlem-i berzahta bizleri beklemektedir. Eşine ve oğulları Hulisi ile Zübeyir kardeşlerimize, ehl-i himmet Zekeriya Kaya ve İdris Akar Ağabeyimize Malkaralı Nur Hizmetkârlarına sabırlar dilerim. Metin Ağabeyimizin kabrine sağlam kalan diğer ruhlar vasıtasıyla her zaman nurlar yağmasını temennî ve niyaz ediyorum.

Bir müddet önce vefat eden İsmail Demir Ağabeyimizin cenazesine rahatsızlığım ve geç haberim olduğu için katılamadım. Yazarlarımız Kâzım Güleçyüz ve Lâtif Salihoğlu hüsn-ü şehadet olabilecek çok güzel yazılarıyla onun hizmetteki önemini dile getirdiler. Mütebessim siması ve ta’dil-i erkân ile namaz kıldırması ve hizmetimize yıllarca istikamet dairesinde sahip çıkması hiçbir zaman hatırımızdan çıkmayacaktır. Kendisinin dükkânı Geyve’ye yolu düşen Nur Talebelerinin ilk uğrayacağı yer olurdu. Meslek yüksek okulunda okurken bizim mahdum onların dükkânının üstünde tahsis ettikleri dershanede kalmıştı. Pamukova’daki derslere sık sık katılırdı. Birkaç kere birlikte gittik. Hizmet için konuşmaktan çok icraat yapmayı şiâr edinmişti, laftan çok iş yapmayı severdi. Geçikmiş de olsa oğulları Muhsin ve Fatih kardeşlerimiz ile aile efradına tâziyetlerimizi sunar, sabr-ı cemil dilerim.

TALİP ÇİÇEK

[email protected]

18.10.2010


Aziz Üstad’ım, Aziz İstanbul’da

Azizler diyarıyla özdeşti, Aziz Üstadım. İstanbul’un hususiyetlerinden olan İslambol’la şahlandı Aziz Üstadım…

Aziz İstanbul’a ilk defa 1907 yılında şarkın yaylalarından gelerek şeref vermişti. Sonraları defalarca gidip gelmişti.

Dahası, Rus esaretinin akabınde ziyaret etmişti İstanbul’u. “Hizmet TIR'ı’’ Anadolu’yu bir baştan diğer başa dolaştı.

Hoş bir hizmet oldu, Allah rızası için… Tozlanan ayaklarla güzel yurduma bir bayram yaşatıverdiler.

Cennet asa bir baharın güzelliğini sundular insanımıza …

İstanbul’da hizmet finalini taçlandıran Nur Talebeleri unutulmayacak.

İstanbul’u şaha kaldıran bu nur halesi, Anadolu’da ve bütün ülkede sevinç göz yaşlarıyla karşılanmıştı.

’’Hizmet TIR'ı’’ gittiği her mekânda, Üstadı ve Risâle-i Nurları anlattı ve tanıttı. İstanbul finalinde de ’’Üstad’’ anlatıldı. Bütün Türkiye’de olduğu gibi, İstanbul’un da gönlü fethedildi.

Seni çok seviyoruz Üstadım… Bize İslâmın doğruluğunu gösterdin.

Seni ve Risâle-i Nur Külliyatını âleme tanıtanlara selâm olsun.

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

18.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.