İslam YAŞAR |
|
BEDİÜZZAMAN BEYAZIT’TA |
Beyazıt Meydanı… İstanbul’un kalbi mesabesinde bir mekân. Her zaman canlı, heyecanlı ve hareketli. Dine, vatana, millete, insan hak ve hürriyetlerine bir müdahale olduğu zaman ilk mukavemet oradan başlar. Dalga dalga yayılır, şehre, millete bazen de insanlığa malolur. Tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi. *** Zaman, 1910 yılı baharıydı. Fakat memlekette hazan halleri yaşanıyordu. Çeşitli iç ve dış mihraklar tarafından aylarca tahrik edilen bazı askerlerin ve sivil grupların, başlattıkları ‘31 Mart İsyanı’ hızla yayılmıştı. Hadiselerin kontrolden çıktığını gören Bediüzzaman, Harbiye Nezareti’ne gitmiş, Şeriat adına yapıldığı iddia edilen isyanın, aslında şeriata aykırı olduğunu anlatan müessir bir konuşma yapmıştı. Onun, makul teşbihlerle anlattığı imanî, Kur’ânî hakikatleri dinleyen sekiz tabur asker de kışlasına çekilmişti. O isyana mani olmak için her çareye başvurduğu halde Selânik’ten gelen Mahmud Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu şehre hâkim olunca aralarında bazı meşhur isimlerinin de bulunduğu yüzlerce insanla birlikte o da Beyazıt’taki Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilmiş ve çıkarıldığı Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesinde idam talebiyle yargılanmıştı. “Sen de şeriat istemişsin?” ithamına, “Şeriat’ın bir hakikatine bin ruhum olsa fedâ etmeye hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adâlet-i mahz ve fâzilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil” diyerek cevap vermişti. “İttihad-ı Muhammediyeye (asm) dahilmişsin?” diye sorulduğunda “Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat benim tarif ettiğim vecihle. Ve o ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimlerdir bana gösterin” diyerek o kudsî mensubiyeti de kendi tarif ettiği şekliyle sahiplenmişti. Mahkemede yaptığı bu gibi müdafaalarda hareketlerin ve sözlerinin doğruluğunu onlara da kabul ettirerek idam talebi ile girdiği mahkemeden beraat kararı alarak çıkmıştı. Ardından da ‘Allah’ın en çok sevdiği hareketi yapmış ve zalimlerin zulmünü yüzlerine karşı haykırarak’ etrafında toplanan heyecanlı kalabalıkla birlikte Beyazıt’tan Sultanahmed’e doğru yürümüştü. “Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!” *** Aradan yüz sene geçti. Bediüzzaman Said Nursî, aynı şanla, ihtişamla bugün yine Beyazıt Meydanı’nda. O zaman devlete karşı yapılan bir isyana mani olmak için harekete geçince yaşamıştı o hadiseyi. Sonraki hayat safahatında İslâm’a, imana, insanlığa yapılan ihanet hareketlerine mani olmak isteyince de Selanik menşeli Hareket Ordusu mensubu mütegallibeler tarafından, benzer muamelelerle durdurulmak istendi. Kendi tabiri ile ‘Divan-ı harplerde bir cani gibi muâmele gördü, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandı. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan menedildi. Defalarca zehirlendi. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldı.’ Her seferinde inayet-i İlahîye ile kurtuldu. ‘Milletinin imanını selâmette görmek için dünyasını da, ahiretini de feda edercesine’ çalıştı. Risâle-i Nur Külliyatını yazarak ‘küfrün belini kırdı.’ Said Nursî 23 Mart 1960 tarihinde ahirete irtihal edince talebeleri devraldı o kudsî vazifeyi. Onlar da benzer muâmelelere maruz kaldılar ama yılmadılar. Keyfî yasaklara hayatları pahasına karşı çıktılar, kötü muâmelelere müsbet hareketle mukavemet ettiler. Bu uğurda binlerce Nur medreseleri açtılar, müesseseler kurdular, gazeteler, dergiler, kitaplar neşrettiler, radyolar, televizyonlar, internet siteleri açtılar; değişik ülkelerde seminerler, konferanslar, sempozyumlar, açık oturumlar düzenlediler ve Nurun intişarına vesile oldular. Sıra her yerde her gün yaşanan bu fiilî hâli âleme alenen ilân etmeye gelince hazırlanan "Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı" Edirne’den hareket ederek Türkiye yollarına çıktı. İman, ihlas, heyecan ve sevgi doluydu bu Hizmet TIR’ı. Gittiği yerlerde şehrin en büyük meydanında karşılandı. Onun vesilesiyle mânen Bediüzzaman’ı karşılayan insanların gönlüne birer TIR dolusu muhabbet armağan etti. Nihayet bugün de Beyazıt Meydanı’na geldi. Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul’a her gelişinde uğrardı bu meydana. Bazen insanlarla selâmlaşarak geçer, bazen vecd içinde Beyazıt Camii’ne girip ihlâslı hafızların okuduğu Kur’ân’ı dinler, bazen ‘sesinin güzel olmadığından yakınan hafızların kulaklarını çınlatır’dı. 1959 yılının son gününde, İstanbul’a yaptığı veda ziyaretinde de bu meydana gelmek istemişti. Fakat bazı gazetecilerin şirretlikleri yüzünden şehirden hemen ayrılmak zorunda kaldığı için gelememişti. *** O ziyaret, vefatından elli yıl sonra mânen gerçekleşti. Risâle-i Nurlarla dünyası, ahireti nurlanan binlerce talebesi, Üstadlarının ilk nümayişi yaptığı yerde; onun ismi, resmi, talebeleri ve eserleri ile bir araya gelerek Bediüzzaman’ın bu milletin değeri, Risâle-i Nurların da bu ülkenin gerçeği olduğunu bir kez daha âleme ilân ettiler. Bugün Beyazıt Meydanı tarihî günlerinden birini daha yaşıyor. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî, ruhen Beyazıt Meydanı’nda. 17.10.2010 E-Posta: [email protected] |