Ahmet BATTAL |
|
Rektör nasıl seçilir? |
Bu yazdıklarımın on ya da yirmi yıl önce olduğunu hayal ediniz lütfen. Zira bu günkü gelişmiş demokratik ortamda böyle şeyler kat’iyyen olmaz! Üç profesör, bir ev sohbetinde bir araya gelirler. Konu döner dolaşır, şehirde yeni kurulan devlet üniversitesi için kimin rektör olacağına gelir. Bu seçimde kendilerinin oy hakkı yok, ama aday olabilirler, başka birilerinin adaylığını ilgililer nezdinde destekleyebilirler. Yani rektör seçimi siyaseti onların da konusu. (Gerçi içlerinden biri “siyaset bize yasaktır” dediği için gazeteleri dahi -bu gazete dahil- bazı dostlarından gizli okuyor, ama ne hikmetse, sıra rektör seçimine gelince o da işe dahil oluyor ve “siyasetçi” oluyor, farkına varmadan). İçlerinden biri zaten YÖK üyelerinden bir kısmını tanıyor, diğeri YÖK üyelerinden bazılarını tanıyanları tanıyor, üçüncüsü de tanıyanları tanıyanları tanıyor. Yani hepsi “mühim adamlar”. Konu ciddî, sohbet de ciddileşiyor; bazı hususlarda ittifak ediyorlar. Onların müttefik oldukları hususlar (muhtemelen) şunlar: —Rektörün kim olacağı hakkında bize düşeni yapmalıyız. Zira yönetmek önemlidir. —Rektör adaylarından en demokrat olanı desteklemeliyiz. —Rektör adaylarından en başarılı olacak olanı, yani en işinin ehli olanı desteklemeliyiz. —Ama içimizden biri aday olursa mutlaka ve sadece onu desteklemeliyiz! Kimin rektör olabileceğine dair konuşmaya başlıyorlar. Ama işte bu sırada söz bitiyor. Neden? Rektör seçim süreci aslında basit ve belli. Olması gereken şu: Türkiye’deki bütün profesörler aday olabilir. Adaylar YÖK’e başvurur. YÖK bu başvuruları şekil şartlarına uygunluk yönünden inceleyip aday listesini kesinleştirir ve adayları mülâkata çağırır. Adaylar mülâkat öncesinde ulaşabildiği YÖK üyelerine bizzat ya da bir vasıtayla ulaşıp adaylığını bildirir, kendisini tanıtan bir dosyayı ya da broşürü üyelere dağıtır. Mülâkat günü gelir, adaylar YÖK genel kurulu huzurunda sırayla kendilerini ve projelerini tanıtır. Her bir YÖK üyesi, jürinin yarışmalarda not vermesi gibi, her bir adaya 100 puan üzerinden not verir. Notlar toplanır, üye sayısına bölünür ve her bir adayın notu belli olur. İlk üç sıradaki aday Cumhurbaşkanına bildirilir ve Cumhurbaşkanı da bunlardan birini seçip rektör olarak tayin eder. Vatana millete hayırlı olsun. Öyle mi? Maalesef hayır. Rektör adayı olmayı düşünen her profesör şunu düşünüyor: —Benim rektör adayı olmam rektör olmam için yetmez. Oy almam lâzım. —Oy almam için de aday olmam ve başarılı bir özgeçmişe ya da proje dosyasına sahip olmam yetmez, “daha yukarıdan” destek almam lâzım. Zira “zaman kritik”, bir kısım YÖK üyeleri “oylarını bölmeyecekler”. Topluca hareket edecekler. Yani bir kısım YÖK üyeleri kendi iradeleriyle değil, onları geçen siyasî iradeyi temsil eden kişinin iradesine göre oy kullanacaklar, o kimi isterse ona oy verecekler. Şimdi demokrasinin hakemi siz olun ve bir lider düşünün: —Halkın ve Meclisin desteği arkasında. Dik yürüyor, dik konuşuyor… —Cumhurbaşkanı adayının kim olacağını arkadaşlarına da danışıyor, ama sonuçta tek başına kendisi karar veriyor. —Milletvekili adaylarının kimler olacağını delegelere de soruyor, ama sonuçta kendisi karar veriyor. —Kimlerin YÖK üyesi olacağını tanıdığı ve güvendiği hocalara soruyor, ama sonuçta listeye kendisi karar veriyor. Ve şimdi bir YÖK üyesi düşünün: —Hangi rektör adayına oy vereceğine kendisi değil, kendisini oraya seçip atayan lider ya da başkan karar veriyor, o da gereğini yapıyor. Ne de olsa oyları ve gücü bölmemek lâzım. “Bir olalım iri olalım diri olalım, yiyelim yutalım, yoksa yutuluruz.” Siz iyi bilirsiniz: Acaba devlet gücünü ve iktidarı heyetlere ve bütün reşit efrada mümkün olduğunca bölmek ve müdahilleri çoğaltmak mı iyidir ve demokratçadır, yoksa bölmemek ve tek elde toplamak mı? İşte o üç profesör bütün bunları düşününce dediler ki; “Neden tek adam olmakta ısrar eden ‘güya demokrat’ lidere kul olmaya çalışıyoruz ki; biz teba olarak oturalım oturduğumuz yerde, işimize bakalım, o da kullarından kimi isterse onu rektör yapsın, onunla hârdaş olsun; biz boşuna kendi işimizi ve mevkiimizi/mevziimizi terk etmeyelim, edeceksek bu siyaseti terk edelim”. Bu yazıdan sonra da size, aynen iki gün önceki gibi, “bu ne menem demokrasidir” demek düşer artık. 14.10.2010 E-Posta: [email protected] |