Görüş |
Eskişehir’de dalga dalga Nur
Dün Turgutlu, Uşak ve Afyonkarahisar bizi çok duygulandırdı. Eskişehir’e gelirken koordinatörümüz İbrahim Bey bizi kırmıyor; “TIR’ın” direkt Üstadın Cuma namazını kıldığı Ak Cami’ye gidiyoruz. Ön safta oturduğunu görüyoruz. “Nasıl hemen bildiniz?“ diye merak ederseniz, söyleyelim: Üstündeki “sakodan” belli. Çünkü “Bu sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak aldığı” açık bir şekilde anlaşılıyor. Başında da sarığı var. Ak Cami deyince aklımıza hapishanede yaşadığı bir hadise geliyor. Çoğunuz okumuşsunuz, ama bir kısmını hatırlatma niyeti ile yazayım: “Eskişehir Hapishanesinde iken; bir Cuma günü, hapishane müdürü, kâtip ile otururken bir ses duyar: - ‘Müdür bey! Müdür bey!’ Müdür bakıyor, Bediüzzaman yüksek bir sesle: - ‘Benim mutlaka bugün Ak Camii’nde bulunmam lâzım’, der. Müdür: ‘Peki Efendi Hazretleri’ diye cevap veriyor. Kendi kendine ‘Her halde Hoca Efendi kendisinin hapishanede olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilmiyor’ diye söylenir. Öğle vakti gönlünü alayım ve Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim düşüncesi ile Üstadın koğuşuna gider. Koğuş penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok…” (Bak: T. Hayat, Eskişehir Hayatı) İçeride iken Cumayı kılması için Cenâb-ı Hak, ona her şeyi musahhar ettiği halde, o bu sıkıntılara sabreder. Ve “dâvâ adamının” çekmesi gerekenden fazlasını çeker. Belki bu zamanda böyle âlimler de vardır, ama biz Bediüzzaman’ın hayatından bunları öğreniyoruz. Eskişehir Hapishanesinden bahsederken Üçüncü Mesele’yi hatırlamadan geçmek doğru olmaz. Hani, “bir Cumhuriyet Bayramında, karşısındaki lise mektebinin büyük kızları avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden manevî bir sinema ile, elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. (...) Kırk ellisi kabirde toprak oluyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden, sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. (…) Onların bu ağlanacak hallerine ağladım.” (Devamı: Asa-yı Musa, Üçüncü Mesele) dediği pencerenin önüne gittik. “Ağlama sesleri” kulağımıza kadar ulaştı. O anda Üstad’ı, o esaret altındaki durumda hissettiği mânâları düşündük ve hâli hazıra baktık. Antalya’da “bira festivali” yaptıranların istikballerini bu ölçü içinde hayal etmeye çalıştık. Bugün Cumanın habercisi Perşembe ve “TIR’ımız” saat 11.00’de Odun Pazarı önündeki meydana varıyor. Değerli Ali Kurt Beyle görüşüyoruz. “Neler hissediyorsunuz?” deyişimize mahcup bir eda ile yüzümüze bakıyor ve “Eskişehir mahpushanesi, Üstad’ın yattığı hapishanelerden olması hasebi ile boynumuz bükük! Şehrimiz bununla anıldığı için üzgünüz!” diyor. O kadar teslimiyetli bir şekilde söyledi ki, biraz daha devam etseydi, ihtizaza gelmiş ruhları ağlatacaktı. Biz de kendisine “Üstadla aynı şehirde olmak bile bir güzellik” dedik ve “manevî havasından direkt” etkilenmiş olduklarını belirttik. Denizli notlarımda da söyledim. Dünya adalet sistemi eğer geçmişte “Ankara’dan gelen imha emri gereği” bir insanın bu kadar suçsuz yere, cezaevine konulup ölmesi için ellerinden gelen her şeyi yapanlarını göstermek isterse, Bediüzzaman’ın yattığı bu ve benzeri cezaevlerini göstereceklerdir. Bu konuda, hem kendisinin, hem de Bekir Berk’in savunmaları hukuk dersleri ile doludur. Çünkü “Cemiyetin iman selâmeti uğruna dünyamı da feda ettim, ahretimi de…” diyen ve “Ben dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” gerçeğini dünyaya ilân eden bir insana yapılan zulümlerin dehşetini gösterdiği gibi, “Cumhuriyete, istibdat adı verilerek” neler yapıldığı da gözler önüne serilecektir. “Bediüzzaman TIR’ının” arka kapağındaki resmin altında “Ekmeksiz yaşarım, ama hürriyetsiz yaşayamam!” vecizesi, Eskişehirli dostların yüreğine su serpiyordu. Ayrılık vakti geldiğinde “Zalimler için yaşasın cehennem!” diyenlerin yanında “Zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil ve Cehennem dahi lüzumsuz değildir” hakikatini söyleyenler de az değildi. Eskişehir’de “ucuz olmayan cennet” çalışanları “ihlâs, samimiyet ve tesanütle” gayretlerine devam ederlerken: “Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa; Kur’ân’ın feyziyle, hâdiminde de, Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır, Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır” cümleleri terennüm ediliyordu. Bugün Eskişehir’de, Odun Pazarı önünde, veda vaktinden önce, bu mânâdaki sözlerin dalga dalga telâffuz edildiğini müşahede eden koordinatörümüz, “TIR’ın” gideceği yeni istikamet Sakarya’yı gösteriyordu.
ŞERİF GÜNDÜZ |
14.10.2010 |
Denizli’de güneş bir başka doğdu
Yeni Asya Hizmet TIR’ı Denizli’den de geçti. Denizli bu heyecanı bir başka yaşadı. Bütün Risâle-i Nur camiası mutlaka aynı heyecanı yaşıyordur, ama herkes kendininkini daha iyi bilir tabiî. Denizli’nin girişinde konvoyla karşıladığımız TIR’ımızı “Keşke Üstadımızı karşılıyor olsaydık” hisleriyle bekledik. Ama biz o hizmetin Bediüzzaman Said Nursî sevgisiyle, Risâle-i Nur gerçeğiyle olduğunu bilmekten son derece mutluyduk. Konvoyla İncilipınar Parkı mevkiinde, bir zamanlar Üstad’ı suçlu diye hapislere götüren polisler, bu defa eskortlarla, Üstadın resimleriyle süslü ve onun dâvâsı için yola çıkmış hizmet TIR’ına yol açtılar. Üstadım, bu yolun açılmasına asıl sebep sensin. Mücadele ettin, sıkıntılara göğüs gerdin, bize iman kurtarma zamanındaki hareket tarzımızı öğrettin. Allah senden ve vefakâr, cefakâr talebelerinden ebediyyen razı olsun. Üstadımızın mânevî şahsiyeti nazarıyla kabul ettiğimiz hizmet TIR’ımız Denizli mehteran ekibinin görkemli karşılaması, halkımızın coşkusu, Süleyman Delikanlı Ağabeyimizin yürekten gelen “Hoşgeldiniz” nidalarıyla yerini aldı. Bilenler göğüsleri kabararak, bilmeyenler merak ve hayretle programı izlediler. Denizli Yeni Asya Temsilciliği adına Süleyman Delikanlı’nın açılış konuşmasından sonra Yeni Asya gazetesi Yayın Koordinatörümüzün Hizmet TIR’ının mahiyeti ile ilgili bilgilendirmesi ve edebiyatçı-yazar İslâm Yaşar’ın Üstadımızın Denizli Hayatı hakkındaki konuşmasıyla program şenlendi. Yazarımızın kitabını imzalaması ve Denizli Yeni Asya Temsilciliği’nin lokma ikramıyla devam eden program, güneşin de coşkulu parlamasıyla adeta şenliğe dönüştü. Misafirlerimiz geceyi de Denizli’de geçirdiler. Akşam toplu bir seminer programıyla İslâm Yaşar gönülleri suladı. Allah emeği geçenlerden razı olsun. Böyle güzel faaliyetlerde birlikte olmak temennisiyle...
AYDAN KAPUCU |
14.10.2010 |
Kayseri’de Bediüzzaman fırtınası
Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı kapsamında Türkiye’yi dolaşan ve geçtiğimiz Perşembe Kayseri’ye uğrayan Hizmet TIR’ı yoluna devam ediyor. Bu bağlamda Kayseri’ye dair birkaç satır vefa yazısı yazmak isterim. Umarım muvaffak olurum, zira bu konuda yazmak gerçekten çok zormuş. Çünkü öylesine yoğun bir hissiyât vardı ki, satırlara dökmek imkânsız. Günler öncesinden tarih belliydi. Büyük bir heyecan ve şevkle 7 Ekim’i bekler olmuştuk. Bütün programımızı o güne ayarladık ve nihayet o gün geldiğinde hiç hesapta olmayan sorunlar birbiri ardına sıralanmıştı. Yine de pes etmeden zor da olsa, evden çıktım. Ve TIR’ın geleceği meydana biraz gecikmeli olarak ulaştım. Oysa hedefim onu şehir girişinde karşılamaktı. Kısmet olmadı. Ulaştığımda son hazırlıklar tamamlanıp, program başladı. Program akışını tek tek yazıp uzun tutmak istemiyorum. Zaten programın akışı hemen hemen her şehirde aynıydı. Ben umumî havadan bahsetmek istiyorum. Yeni Said dönemine ait olan ve bilhassa benim çok beğendiğim “o meşhur” fotoğrafla hazırlanan TIR, Kayseri meydanındaydı. Gelen geçen hayretle bakıp “Bu kimdir?” diyerek TIR’ın etrafını dolduruyordu. “Kim?” sorusuna şüphesiz “Asrın âlimi Bediüzzaman Said Nursî” cevabı, yine en beğendiğim cevaplardan biriydi. Kimileri merak edip ortamı takip ediyorlardı. Kimileri ise güneşe gözünü kapatıp yoluna devam ediyordu. Önceden haberdar olanlarsa, TIR’ın içinde ne var ne yok diye merak edip gelmişlerdi. Evet, TIR’ın içinde ne var bilmem, ama şüphesiz yanında Üstad’ın şahs-ı mânevîsi vardı ve bizimleydi. Zaten beni en çok heyecanlandıran oydu. Kitap standında görev verilmişti, fakat ben stanttan çok etrafı izliyor ve şahs-ı mânevîyi arıyor gibiydim. Hâlbuki o nuru uzakta ararken belki de yanı başımdaydı kim bilir. Tabiî göremedim, ama hissetmeye çalıştım. Umarım o beni görmüş ve “Talebem” diyerek selâmlamıştır. Üstadım, sana lâyık değilim, ama hizmetimi ve talebeliğimi kabul et ve bütün kardeşlerimin de hizmetini kabul et. Âmin. Evet, ortam çok güzeldi. Uhuvvet, muhabbet ve coşku içinde programı tamamlıyorduk. Bol bol çekilen fotoğraflar sadece bir anı olarak kalıyordu. Program bitip sıra TIR‘ı uğurlamaya geldiğinde hayatımın en hüzünlü anlarından birini yaşıyordum sanki. Adeta kalbim yerinden fırlayıp onunla birlikte gidecekti. Ama olmadı, kalbim hâlâ yerinde. Üstadımın TIR’ı ise Türkiye yollarında muhabbet dağıtmaya devam ediyor. Yolu ve bahtı açık olsun. Rabbim bizi TIR’dan zahirde ayırdı, ama dünyada ve ukbada Üstadımızdan ve hizmetimizden sonsuza dek ayırmasın İnşâallah. Tabiî bu uğurlama ânında hüznü yaşayan yalnız ben değildim, bütün kardeşlerimle beraber Kayseri seması da ağlıyordu. Son olarak bu hizmeti bize getirenlerden ve katkı sağlayanlardan Allah razı olsun. Sırayla saymak isterim ki, başta Yeni Asya camiâsına, gazetemiz genel müdürü ve TIR faaliyetinin fikir babası Recep Taşcı’ya, program sunucusu Melih Atom’a, bölge koordinatörümüz Şener Boztaş’a, fotoğrafları ve haberleriyle bize hizmet eden Umut Yavuz’a, ayrıca ve bilhassa Kayseri Yeni Asya temsilcimiz Şerif Gündüz ve diğer ağabey ve kardeşlerimize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Allah tekrarını ve başka hizmetleri nasip eder İnşâallah. Âmin. Tabiî bu arada İslâm Yaşar’ı unutmak mümkün değil. Onun da bu TIR’la Türkiye’yi dolaşıp programa renk katması, ayrıca takdire değerdi. Kıymetli ağabeyimiz ortalama 35 yılını bu hizmete, Bediüzzaman’ı anlamaya ve anlatmaya adamış bir hizmet adamı. Tabiî ondan öğrenilecek çok şey var. Yaptığı konuşma kayda değerdi. Sonrasında kitap imzasıyla, hiç yorulmadan devam etti. Saat 18.00’de programı bitirip, TIR’ı uğurladıktan sonra ağabeyimizi bırakmadık. Melikgazi Belediyesi Kongre Salonunda yine saat 20.00’de başlayıp bir saat süren doyumsuz konuşmasında Bediüzzaman’ın hayatını ve bilhassa fikir ve hedeflerindeki ince detayları idrakimize sundu. Allah kendisinden razı olsun, ebeden ve daima. Akşamki programı, konuşmanın ardından çiçek takdimi, slayt gösterisi ve ney eşliğinde okunan Hasan Feyzi Ağabey’e ait olan şiirle devam ettirdik. Bütün emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Allah hepsinden razı olsun…
YILDIZ FIRTINA |
14.10.2010 |