Suna DURMAZ |
|
Saçımın tellerine aklını taktı siyaset! |
Annem okul eğitimi alamadığından, okuma-yazma bilmiyordu. Ancak, sahip olduğu kuvvetli iman nuruyla mânevî olarak bütün kâinatı ve bu kâinat üzerine akseden İlâhî tecelliyâtı okuyabiliyordu. Elindeki imkânlar ölçüsünde evlâtlarını inançlı birer insan olarak yetiştirme gayreti içinde olan annem, kâinat kitabını bilinçli bir şekilde okuyabilmemiz için Kur’ân-ı Kerim eğitimi almamız gerektiğine inanıyor ve bunun için çaba gösteriyordu. Annem mukabele ve mevlit toplantılarından başka dinî cemaat bilmezdi. Siyasî partilerle hiçbir alâkası yoktu. İslâm dinine kim hizmet ederse onu tutardı. Rahmetli babam ise Köy Enstütüsü mezunu bir ilk okul öğretmeni idi. Anne ve babası dindar olan babam da esas itibariyle inançlıydı. Ancak Köy Enstitülerinde verilen katı laik eğitim neticesi olarak gençlik yıllarında dinin gereklerini yerine getirememişti. Fakat zamanla dine doğru eğilmeye başlamıştı. Benim çocukluk günlerimde, babam Ramazan orucunu tutar; Cuma ve Bayram namazlarına giderdi. Beş vakit namaza ise, ben evlendikten sonra başladı. Siyasî olarak da Adalet Partisi’ni desteklerdi. İşte ben, böyle bir anne ve babanın evlâdı olarak büyüdüm. Fıtratımda dine karşı bir muhabbet vardı. Ne varki, bu muhabbeti tatbik ettirecek dinî bilgilere sahip değildim. Annemin bana telkin ettiği dinî bilgiler ise pratik olarak İslâm dinini yaşamama yardımcı olmuyordu. Doğrusu bu ya, ben de kapı kapı dolaşıp dinî bilgi arayışı içinde değildim. Süleymancılar, Nurcular, Millî Görüşçüler, Adıyamancılar, Işıkçılar gibi isimlendirilen cemaatlerin hiçbirini tanımıyordum. Çoğu dindar olan akrabalarımız ise başka vilayetlerde idiler. Onlarla da görüşüp etkilenme imkânım yoktu. Buna rağmen, dine karşı beslediğim muhabbet gittikçe artıyordu. Belki de, sıklıkla Kur’ân-ı Kerim okumamdı bu muhabbetin sebebi. 17-18 yaşlarıma geldiğimde, bir başörtüsü sevdasıdır başladı tâ ruhumun derinliklerinde. Ama görünüşüme bakanlar içimde bir başörtüsü sevdası taşıyabileceğime inanamıyorlardı. “Bir gün gelecek örtüneceğim” dediğimde, en yakınlarım dahi sözüme inanmayıp “Hadi canım sen de!” diyorlardı. Aslında bu tavırlarında haklılardı da. Başörtü sevdasını tetikleyen dinî ilmim yoktu. Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden okurdum. Mânâsını araştırmadığımdan başörtüsü âyeti diye tanımlanan Nur Sûresi 31. âyetten de haberdar değildim. İzmit’teki başörtülü kız sayısı parmakla gösterilecek kadar az olduğundan, etkilendiğim kızlar da yoktu. İşte bu yüzden “Nereden çıktı bu başörtüsü sevdası?” diye şaşırıyorlardı. 18 yaşımı doldurduğumda İzmit Belediyesi Elektrik İşlerinde memur olarak göreve başladım. Daha sonra da Türkiye Elektrik Kurumuna geçtim. İşimi çok seviyordum. Ancak içimdeki başörtüsü sevdası da git gide büyüyordu. İki sevgi arasında kalmıştım. Yönetmeliğe göre başörtü takarak memurluğa devam etme imkânım yoktu. Birini seçmem lâzımdı. Ya iş veya başörtüsü! Ben de başörtüsünü seçtim. Ancak bu kararımı ne aileme, ne de başkalarına açabildim. Üniversite mezunu değildim. Benim durumumdaki birinin iş bulması kolay değildi. Tâbiri caizse, “Ekmeği geri tepmek!” gibi bir şeydi benim kararım. Bu yüzden, babam ve erkek kardeşlerimin kesinlikle karşı çıkacaklarını bildiğimden, kararımı içimde saklayıp işime devam ettim. Başörtü takabilmem için önümde tek yol vardı. O da dindar biri ile evlenmek idi. “Evlenirsem ailem bana karışamaz” diye düşünüyordum. Bir çok genç kız tabiî olarak yuva kurup çoluk-çocuk sahibi olmak için evlenmek ister. Ben de başörtüsü takabilmek için evlenmek istiyor ve bu isteğime cevap vermesi için her gece Rabbime duâ ediyordum. Çok geçmeyip 22 yaşıma girdiğimde, fıtrî imandan kaynaklanan başörtüsü takma isteğime Cenâb-ı Hak cevap verdi ve Erzurum Atatürk Ünv. İslâmî İlimler Fakültesi mezunu olan kütüphaneci Ahmet Durmaz ile evlendim. Evlendiğimin ertesi günü örtündüm. 10 gün sonra âdet üzere aileme “el öpme ziyareti” yaptığımda, başörtüsü örtebilmek için istifa ettiğimi açıkladım. Babamın ilk söylediği söz “Kızım ya boşanırsan ne olacak?” olmuştu. Ben de “Babacığım ben boşanmak için evlenmedim ki!” diye cevap vermiştim. Başörtüsü serüvenimi yazmamın sebebi, benim gibi milyonlarca kadın ve genç kızın hiçbir siyasî parti veya cemaate bağlanmadan başörtüsü taktığını beyan etmek istediğim içindi. Ne yazık ki, bir ubûdiyet simgesi olarak iftiharla takılan başörtüsü, bugün politikacıların elinde bir siyaset malzemesi olarak kullanılmaktadır. Doğrusu bu bana çok ağır geliyor. Karşılarına çıkıp, “60 yıldır çektirdiğiniz işkence yeter artık. Size ne benim başörtümden, saçımın telinden! Başörtüsü ne cemaatleri temsil eder, ne de siyasî bir partiyi. Başörtüsü gönüllerdeki İlâhî aşkın ulvî bayrağıdır” diye haykırmak istiyorum. Bir şarkıda “Saçının tellerine gönlümü taktı kader” der. Bizim CHP ise, başörtüsüne gönül veremediğinden olacak, saç tellerine aklını taktı! Kemal Kılıçdaroğlu, başörtüsü, türban ve şal arasındaki farkı dahi bilmeden İran ve Pakistanlı hanımların taktıkları örtüleri başörtüsüne örnek olarak gösteriyor. Başörtüsü başı ve boynu örter. Allah’ın “örtü” emrini yerine getirmek isteyen Müslüman kadınların başlarına örttükleri örtüdür. Başörtüsünün illeti saçlar değildir. Kafada sırma saçlar olması gerekmez; kel de olabilirsin. Türban ise başa sarılan ve boynu açıkta bırakan bir nev'î sarıktır. Dinî bir anlam taşımaktan ziyade kültürel bir aksesuardır. Türban takmak için Müslüman olmak gerekmez. Yahudi kadınlar da başlarına bere veya türban takarlar. Afrikalı kadınların başlarına bağladıkları rengârenk sarıklar da türban sınıfına girer. Sudan, Mali, Afgan, Hint ve Pakistan erkeklerin başlarına sardıkları sarıkları da türban diye tanımlayabiliriz. Gelelim Pakistanlı ve İranlı kadınların örtülerine. Her iki ülkeden de komşularım olduğundan onların kıyafetlerini çok iyi bilirim. Pakistanlı kadınların başlarına konan şala “Dubatta” denir. Şalvar-Kamiis- Dubatta (Şalvar, Bulüz ve Şal) üçlüsü Hint Yarımadasına ait geleneksel bir kadın kıyafetidir. Müslümanlar giydiği gibi, Hindu, Sihh ve Budist kadınlar da giyerler. Hintli Müslüman kadınlar ve Pakistanlı hanımlar, şuurlu bir dinî yaşayış içinde iseler, ya bizim gibi “başörtüsü” takarlar veya baştan aşağı bütün vücudu örten “Burka” giyerler. İranlı dindar hanımlar ise, bizim Erzurum yöresinde giyilen “Ehram”a benzeyen bir kıyafet olan “Çedor” giyerler. İran’da yapılan devrim “İslâm Devrimi” (!) adı taşıdığından, İran hükümeti siyasî olarak devrimin imajı sarsılmasın diye kadınlardan başları üstüne bir örtü koymalarını istiyor. İşte bu yüzden, birçok İranlı kadın inançtan değil, hükümetin dayatması sonucunda saçlarının yarısından fazlasını gösteren şal örtüyorlar. 14.10.2010 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |