Yasemin YAŞAR |
|
MUSÎBETLERE HİKMETLİ BAKIŞ |
Önceki hafta musîbet, âfet ve belâların gerçekten kötülük olarak nitelendirilemeyeceğine, bakış değişikliği ile zahiri çirkin görünen hadisenin iç yüzünün hikmetlerle dolu olabileceğine dikkat çekmiştik. Bundan başka kötülük diye nitelendirilen şerleri, kaderî bağlamda ikiye ayırmış, ihtiyari fiillerle meydana gelen ve ızdırari kaderle meydana gelenler olarak tesbit etmiştik. Bu haftaki yazımızda da bu bağlamda insan iradesi olmaksızın ızdırârî kaderle meydana gelen şerlerle ilgili bazı soruların cevaplarını vermeye çalışacağız.
Niçin kötülükler vardır ve rahmet-i İlâhiyenin bundan muradı nedir? Kötülük dediğimiz hadisâtın yüzlerce hikmet yönleri bulunur. Bunlardan birisi de Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla bir ihtar-ı Rahmânî ve İlâhî ikaz olmasıdır. Genelde umumî musîbetleri anlamakta güçlük çeken insanlar “Böyle musîbetlerde neden çocuklar ve mazlûmlar ölüyorlar? Birileri bunu hak ediyor olabilir, fakat hiçbir alâkası olmayan mazlumun ölmesi nedendir? Bu bir kötülük değil midir?” şeklindeki sorularla Allah’ın rahmet ve hikmetini anlamaya çalışmaktadırlar. Bediüzzaman’a da böyle sorular sorulmuştur ve On Dördüncü Söz’ün Zeylinde, deprem münasebetiyle sorulan bu tarz sorulara cevaplar vermiştir. Enfal Sûresi 25. âyette Cenâb-ı Hak, “Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar” buyurmuştur. Bu âyetin ihtarı gereği, Bediüzzaman şöyle bir tespitte bulunur: “Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekirler âlâ-yı illiyyine çıksınlar, Ebu Cehiller esfel-i safiline girsinler.” devamında, “Eğer böyle musîbetlerde masumlar sağ kalsaydılar sırr-ı teklif bozulacaktı” demiştir. Bu durumda meşiet-i İlâhiyeyi sorgulamak doğru değildir. Zira rahmet, hikmet ve adalet sahibi Allah, musibete düşen mazlûmların rahmet ve adaletten hisselerini vermiştir. Bu konu ile ilgili olarak Bediüzzaman, çok farklı bir içtihat yaparak, Kastamonu Lâhikası’nda, “Böyle musîbetlerde kâfir de olsa hakkında bir nev'î merhamet ve mükâfât vardır ki, o musîbet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musîbet-i semaviye masumlar hakkında bir nev'î şehadet hükmüne geçiyor” demiştir. Devamında, bu kişilerin şartlarını şöyle tayin etmiştir; “O musîbet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer on beş yaşına kadar olurlarsa ne dinde olursa olsun şehit hükmündedirler. On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlûm ise mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır” diyerek, bu zamanın fetret derecesinde bir hükmünün olabileceği tespitinde bulunur. Dolayısıyla böyle musîbetler başka dinden olanlar için bile rahmet anlamına geliyorsa, ehl-i iman için büyük kazanımlar rahmet ve hikmetlerle doludur. Üstelik ölüm, insan için büyük bir nimettir. Ölüm bir son, felâket ve yokluk değildir. Cennet ve ebedî saadete gitmektir. Kaldı ki böyle bir felâkette kaybettikleri malları sadaka hükmüne geçer. Ölenler mü’min oldukları için günahları affedilir. Cehennemden kurtulur ve hatta şehit hükmüne geçer. Ölenler masum çocuklar ise, anne ve babalarına ebedî hayatta hiç yaşlanmayacak Cennet çocukları olurlar. Bütün bunlar elbette kötülük olarak değerlendirilemez. Çünkü içinde yüzlerce hayır ve mükâfat vardır. Ancak buna inanmayan, ölümü felâket gören, deprem ve diğer âfetleri Allah’ın bir zulmü olarak değerlendirenler için, gerçekten bir felâket ve kötülüktür. Bunlar, Allah’a karşı sû-i zanları sebebiyle aynı şekilde mukabele göreceklerdir. Belki de şöyle söylenebilir, Allah, bu düşüncelerinden dolayı ceza olarak bunu onlara bu şekilde hissettirmiştir. Dolayısıyla hikmetini okuyamamak ve kaderi tenkit eden yaklaşımlarla içine düşülen sıkıntı ve isyanlar iman nazarının olmayışına, acil bir cezadır. Bu gerçek bir musîbettir, çünkü dine gelmiştir.
Allah zulüm yapar mı? Zulüm, hakkı olmadığı halde, başkasının hakkına tecavüz anlamındadır. Oysa Allah, Mâlikü’l-Mülk olduğu için zulümden münezzehtir. Zirâ insanların zulüm ve haksızlık yapmasını yasaklayan Allah’tır. Esas zalim insandır. Allah’ın emir ve yasaklarına uymadığı, başkalarının hakkını ve hukukunu çiğnediği veya haksızlıklara ses çıkarmadığı için hem nefsine, hem de başkalarına zulme sebep olur. Zulüm insanın kesbidir. Hâsılı, irademiz dışında meydana gelen hadiselere özetle şu pencerelerden bakmak, itikadî, ruhî selâmet açısından doğru olacaktır. 1- Bazı musîbetler kulların geçmişteki hatalarının neticesidir. Bu musîbetler tamamen insanların ihmallerinden hata ve kusurlarından doğar. Gerekli tedbir almayan kimsenin hastalanması gibi. Aynen bunun gibi, manevî musîbetlere karşı da insanın tedbir alması gerekir. “Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez” (Maide 105) âyeti gereği, manevî musîbetlere maruz kalmışsak, yani Allah, sapıtmış olanların zarar vermesini dilemiş ve bu yaygınlaşmışsa, bunu ehl-i iman ehl-i kitap ve ehl-i vicdanın doğru yolda olup olmadığını sorgulama mesajı olarak değerlendirmesi doğru olacaktır. Kaybedilen ve unutulmaya yüz tutulan, önemsenmeyen ve yozlaştırılan değerleri tekrar gün yüzüne çıkarın ve yaşayın mesajıdır. 2- Bazı musîbetler hayatı yeknesaklıktan kurtarıp, içinde bulunduğu nimetlerin kıymetini bildirmeye sebep olur. İnsanı manen terakkî ve tekemmül ettirir. 3- Musîbetler, bazen gelecek belâların şiddetini azaltmaya veya def etmeye yarar. Bu Allah’ın bir ihsanıdır. Bu durumda duâların, sadaka vermenin ve rıza-i İlâhiyi kazanacak ameller işlemenin bu ihsanı celb eden yönü bulunmaktadır. 4- Bu dünya bir imtihan yeridir. Bu imtihanlardan birisi de, kadere teslim ve rıza ile mukabele etme güçlerinin ölçülmesidir. Zira musîbete sabretmek menfî bir ibadettir. 5- Musîbetler, günahkâr mü’minlerin günahlarına kefaret, halis kulların da makamlarının yükselmesine vesiledir. Hadiselere Kur’ânî pencerelerden bakmak, yaşananların mahiyetini birdenbire değiştirip, abes ve zulüm gibi görünen hallerin nur, hikmet ve rahmete dönüşmesini sağlamaktadır. İnşâallah haftaya, ihtiyârî kaderle meydana gelen kötülükleri yani küfür, dalâlet gibi şerlerin hikmetlerini ele almaya çalışacağız. 16.10.2010 E-Posta: [email protected] |