S. Bahattin YAŞAR |
|
Hastalık, insana haddini bildirir |
Hasta olmak, rahatın bozulması, keyfin kaçmasıdır. Evet, kimse hasta olmak da istemez. Doğrusu, hastalık da istenilmez. Aslolan, sağlıktır, sağlıklılıktır. Ama, hastalık da hayatın bir gerçeğidir. O zaman böyle bir durumla karşı karşıya geldiğimizde, rahatı bozan bu hastalığı nasıl okumak gerektiğini bilmek gerekir. Belki hemen söylenmesi gereken şey ise, hastalanmadan önce sağlığın kıymetinin bilinmesidir. Sağlık nasıl bir yaratılma sonucu ise, hastalık da öyle bir yaratılma sonucudur. Yani hastalık kendiliğinden ortaya çıkmış, yolunu şaşırdığı için bize bulaşmış, ne idüğü belirsiz, nereden geldiği belirsiz, neden geldiği anlamsız bir yaratılma hali değildir. Önce bunu da söylemek gerekir ki, hastalığı yaratan Allah’tır. Hastalığın kime gideceğini, neden ona gideceğini, ne gibi hikmetler içerdiğini bilen, takdir eden yine Allah’tır. O’nun işlerinde abes olmadığına inanan için, o hastalık da pek çok nimetler, hikmetler taşımaktadır. Yani sağlık, nasıl içinde güzellikler, nimetler, hikmetler taşıyorsa; hastalık da öyle içinde güzellikler, nimetler, hikmetler taşıyordur. Hiç değilse, rahatı bozduğu için, bir güzelliktir. Zahmette rahmet olacaksa, o zaman rahatın bozulması gerekiyor. Tabiî sadece bedenî rahatın bozulması değil kastedilen, hastalıkla insan, sahip olduğu sağlık nimetinin, hayat nimetinin, elindekilerin, hayallerinin kıymetini de takdir etmeye başlıyor. Bir başka dünyanın varlığını keşfediyor. Acizleşiyor. İmkânların elinin kısa olduğunu anlıyor. Böylece daha bir nazikleşiyor, kibarlaşıyor ve kendinize geliyorsunuz. Seven gözler görüyorsunuz etrafınızda. Hastalık ateşi arttıkça, size uzatılan şefkat elleri artıyor. Sığınmayı öğreniyorsunuz. Ve sevildiğinizi daha ciddî bir şekilde hissediyorsunuz. Hastalık bir farkındalık yolculuğuna çıkarıyor insanı. Ölümü düşündürüyor, kabri hatıra getiriyor ve tabiî ki yaşanan hayatın hesabını… Ve tabiî böyle bir düşünce boyutuna geçince de, işler, planlar değişiyor. Ona göre yaşamaya başlar insan. Belki de yeni kararlar alır. Yeni sayfalar açılır. Elbette bu da yorulmayı gerektirir. İşte hastalıktaki zahmetler böylesi zahmetler ve neticede rahmetlerdir. Umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası meylürrahat ise, o zaman rahatı bozan her şey bir güzelliktir. Yani hiçbir şey yapmamaya, doğru bir şey denilebilir mi? Rahatına düşkünlükte de, hiçbir şey yapmamak, çalışmadan kazanmak, yorulmadan ulaşmak, zahmet çekmemek, alınteri dökmemek olduğu için tam bir kendini bırakmışlık, faaliyeti terk etmişlik hali vardır. Böyle bir insan için hastalık, adeta bir uyarmak, uyandırmak anlamı taşır. Nitekim bakıldığında faiz, hırsızlık, gasp, haksızlık ve hukuksuzluk, adaletsizlik gibi ne kadar maddî ve manevî meşakkatler ve pek çok rezillikler varsa, hepsi ‘rahata olan düşkünlük’ten kaynaklanmaktadır. Oysa Kur’ân, insanı kendi yaptığı faaliyeti ile anlamlı kılmaktadır. Onun için de, ‘İnsan için ancak çalıştığı vardır.’, denilmiştir. O zaman insanı bozduğu rahatı anlamlı kılıyor. Bunun başka bir ifadesi, kendisi, insanlık ve Yaratıcısı için bozduğu rahatı, insanı insanlaştırıyor. İnsanın sevap katsayısını arttırıyor. Tabi bir de hastalıkla insan acizliğini anlıyor. Haddini biliyor, ders alıyor. Rahatı bozan hastalıkta da insan, haramlardan arındığı, ölümü düşündüğü, öldükten sonraki hesap akla geldiği için, bir toparlanma süreci yaşamış oluyor. Onun için genelde ciddî hastalanmalardan sonra, insanın aklı başına geliyor. Hayatına yeni sayfalar açıyor. Hatalarından arınmakta, hayatın geçici, fani yüzüyle karşılaşmakta, gidiyor olduğu ebedî hayatı, hatırlatmaktadır. Hastalık istenilmez, ama dersini okumak güzeldir.İnsana haddini bildirir. 18.10.2010 E-Posta: [email protected] |