Şükrü BULUT |
|
Demokrasi ile idare olunan Almanya, Kemalist Türkiye’yi taklit etmemeli… |
Yazımızın başlığını okuyan bazı Alman dostlarımız, maksadımızı aştığımızı düşünebilir. Fakat biz, Alman hükümetinin ve bazı kurumların bazı hareket ve ifadelerine istinaden, bu başlığı koyduk… Türkiye'deki “resmî ideoloji” nin zaman zaman kafa karıştırmasına ve Almanya'daki misyon ve ajanlarını devreye sokarak buradaki Müslümanların rahatını bozmasına yaklaşık otuz senedir şahidiz. Fakat mesele genellikle geleneksel devlet politikası çerçevesini aşmaz ve kanunların adaletli tatbikine dikkat edilirdi. Hepimizin bildiği gibi 11 Eylül sonrasında, bilhassa neoconların başta İslâm olmak üzere bütün semavî dinlerin ve ahlâkın aleyhinde çalışmaları, Avrupa'daki ve bilhassa Almanya'daki eski düzeni bozdu. Meselenin yanlış anlaşılmaması için şu hususu evvelâ belirtmemiz gerekiyor: Türkiye devlet idaresi olarak Müslüman dünyayı temsil edemiyor. Kemalist Türkiye daha önce ifade ettiğimiz üzere ne İslâmî kimliğe, ne Avrupa'daki demokrasi kimliğine ve ne de Arap âlemindeki otoriter kimliğe yakın değil. Daha çok eski Doğu Avrupa devletleri rejimine ve bazen de eski bolşevizm ve sosyalizme daha yakın duruyor. Altmış senelik demokrasi denemeleri ve gelip geçen hükümetler, resmî devletin ilkelerini maalesef demokratikleştiremediler. Durum böyle olunca, Alman politikacıların İslâmiyete ve ülkelerindeki Müslümanların mesleklerine günümüz Türkiye'sinin üslûbuyla yaklaşmaları; hem demokrasiye, hem ferdî hürriyetlerimize, hem genel mânâdaki din ve vicdan hürriyetimize ve hem de adalet ve hukuk prensiplerine büyük zarar verir. AİHM'deki hakimlerin tesettüre bakış tarzları, Türkiye'deki zorbalara fetva olmuştu. Türk ordusundan “dindarlıklarından” dolayı atılan subaylar hakkındaki AİHM kararları, Anadolu'daki insanların AB'ye güvenini derinden sarsmıştı. Buna benzer birçok meselede Almanya ve AB'nin temel insan haklarından yoksun yaklaşımları, Türkiye'deki hak ihlâlcilerine cesaret vermişti. Bu yazımızda, Merkel'in ve İçişleri Bakanının “Yeni İslâm Konferansı” ile başlattıkları süreçteki bazı yanlışlara temas etmek istiyoruz. Thomas de Maizière Almanya'daki Müslümanları entegre maksadıyla – kanaatimizce onun maksadı asimilasyon – cami imamlarının ve dinî vazife ile toplumda yer alacakların mutlaka Almanya'daki tahsil görmelerini düşünüyor. Bize göre, buradaki Müslümanları potansiyel problem olarak gören bu bakış açısı, çağın gerisinde kalıyor. Dünyanın bir köye dönüştüğü şu zamanda, Almanya'nın veya AB'nin sınırlarını dışardan gelecek Müslümanlara ve din adamlarına kapatmayı düşünmek, önyargılı ve şüpheci olur. Türkiye'yi doksan senedir idare edemeyen diktacı Kemalizmin millete kuşkucu yaklaşımını tedai ettiren şu üslûbun hem teorisi ve hem de pratiği fâsittir. İçişleri Bakanı, evvelâ İslâmiyetin Yahudilik, Katoliklik ve Protestanlık gibi global semavî bir din olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Almanya Müslümanları hahamlarla Katolik papaz ve kardinallerin nerelerde yetiştiklerini ve kopmaz bağlantılarını sormayacaklar mı? Tel Aviv ile Vatikan'ın bu din adamları ile bağlantılarını kurmayacaklar mı? Müslümanlar da, imamlarını ister El-Ezher´de, ister Ümmülkura’da ve isterlerse İstanbul'da yetiştirebilirler. Dünyada demokrasinin geldiği nokta, Merkel ve Sarkozy gibi “kültürel ırkçı” düşünenlere müsamaha ile bakmıyor. Türkiye kökenli Müslümanlar, Kemalistlerin İstanbul´da kırk seneye yakındır kapattıkları Heybeliada Ortodoks Ruhban Okulunun açılmasını Türkiye hükümetinden isterken, De Maizière neden sınırlarını Müslüman din âlimlerine kapatmaya çalışıyor. Merkel ve İçişleri Bakanı, Almanya'da görevli imam ve din dersi öğretmenlerinden iyi bir Almanca isteyebilirler. Bu ülkenin başta anayasası olmak üzere bütün yasalarına saygılı olmalarını beklemeleri haklarıdır. Ama önyargılı ve şüpheci yaklaşımları tetikleyecek ve toplumun iç barışını zedeleyecek üslûplar Almanya'yı hem içeride ve hem de İslâm ülkeleri nezdinde sıkıntıya sokacaktır. Kemalistlerin tam doksan senedir Müslümanları “mürteci ve rejim düşmanı” olarak propaganda etmeleri, ülkeyi ikiyüzlü bir sisteme götürdüğü gibi demokrasiyi de her on senede bir askerlere budattı. Almanya'da da Müslümanları “anayasa düşmanları” olarak nitelemek, bu ülkeye ancak sıkıntı getirir. Hak ve hukuk Almanya'da şeffaftır. Kanunlar açık ve seçiktir. Müslümanların arasında, onlar adına yasalara karşı gelen ve toplumun huzurunu bozanları tesbit edip hak ve hukuka göre cezalandırmak, devletin vazifesidir. Devlet sessizce bu vazifesini yapsın, ama bunu yaparken İslâmiyetin ve Alman Müslümanlarının siyasete alet edilip rencide edilmemesini bütün Almanya halkı istiyor ve bekliyor… 18.10.2010 E-Posta: [email protected] |