Ahmet DURSUN |
|
Iska |
İnsan kul doğar, hür yaşar. Kulluktaki hürlüğü bilenlerle kulluktan azat olmayı hürlük sananların dünyasında, çetin bir imtihandayız. Batılı hak zannedenlerle, batıla meydan okuyanların savaşındayız. Ya oradayız ya buradayız. Bir koşuşturmanın ortasındayız. Iskalarla dolu bir hayatta, hayatı ıskalamış bir toplumdayız. Ruhu bedeninden koparılanların, mânâsı maddeleştirilenlerin hakikat dediği yalanların içindeyiz. Saçlarıma aklar düşmüş, hâlâ gülebiliyor muyum? Ben kimim diye hiç sormadım, hâlâ kaçıyor muyum? Hani şaşmam hep sürecekti? Bir ömür süren koşuşturmacalardan sonra, büyük kavgaların ardından ‘beyhude koşturdun, beyhude yoruldun’ derlerse bana… Hangi kapıyı çalarım, kime giderim? “Ben hayatı mücadele bilirdim, kavga sanırdım, başkasını yutarak kazanırdım. Özgürdüm, özgür eylemler içindeydim” desem, maruzattan sayılır mı? Nasıl bir hayata çattık? “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu” denilen cinsten. Kendi pusularımızın bizi esir aldığı, zincirlere vurduğu hayatın içindeyiz; kendi prangalarımızın mahkûmuyuz. Efendisinin adı yazılı tasmasını boynunda taşıyan Sakson köleleri gibiyiz, ‘izm’lerin esiriyiz. Hayatı hem kendimizden ibaret bilip, hem de kendimizle ilgilenmediğimiz, kendimizi terk ettiğimiz, kendimizi ıskaladığımız, ıskalarımızla sevindiğimiz bir acaipliğin içindeyiz, bir garipliğin mimarıyız. Matemhaneye dönüştürdüğümüz dünya bir zikirhaneymiş, imtihan yeriymiş, hayat ‘elif’ten ibaretmiş. Hiç düşünmemişiz. Ne acı bir ıska… Dövün dövünebildiğin kadar. “Hayat ceng-i maişet, cihansa ma’rekedir.” dendi bize. “Çalış oğlum, çalış, çalış, çalış… Doktor olmak için, mühendis çıkmak için, çok para kazanmak için çalış. Kendin için çalış, bu âlemde babana güvenme; yalnız kendin için çalış, kimseyi dinleme. Kazandığın kadar büyüksün, eğlenebildiğin kadar hayattasın. Acımasız ol; acırsan acınacak hale düşersin. Bir köşe başında dur, yerini kimseye kaptırma.” Öyle yaptım. Dünyacığıma aslanlar gibi asıldım. Hani bırakıp gitmeyecektin beni dünyam? Meğer nasıl da aldanmışız. Kendimize yabancılaşmak, kendimizi kaybetmek ne sahte bir medeniyetmiş. Modernlik deniyetmiş, sefahat asıl kölelikmiş… Ben hep köleymişim. Alçakça bir hayat için dini rüşvet vermek, hakkı öteleyerek hakikati unutmak, bir kölelik için canlar yakmak… Ne salakça bir ıska… Dünya, yerin yedi yüz metre altında yaklaşık üç ay makber hayatı yaşayan Şilili madencilerin kurtuluşunu hâlâ konuşuyor. Makberistana dönmüş ruhlarımız bu kurtuluş öyküsünden bir ders çıkarabilir mi? Azgın bedenimiz, acımasız kalbimiz ölmeden ölmeyi becerebilir mi? Başkalarının hikâyelerine odaklanmış hayatımız kendi hikâyesine bakabilir mi, kendini bulabilir mi? Hali pür melalimiz deveden beter, düzgün bir işimiz kalmadı. Türkiye’ye füze kalkanı gerekli mi değil mi? Yeni anayasa nasıl olmalı? Kürt sorunu nasıl halledilecek? Arda’nın hali ne olacak? Erman Hoca Arda’ya nasıl cevap verecek? Siyaset cenahında deprem üzerine deprem. HSYK üyeleri istifa etmiş, yeni seçimlerde şaibe varmış. Yargı siyasallaşmış… Bu memleketin hali ne olacakmış? Makro âlemlerin büyük adamıyız. Dikkat et, boğulma dostum! Küçüklüğümüzü bir fark edebilsek… Aczimizle bir yüzleşebilsek… Çarpıklığın düzen adını aldığı bir âlemde, kendi çarpıklığımızla bir ilgilensek… Kendi düzenini dayatanların düzeniyle oynamak yerine kendi düzenimizi bir kursak… Aynaya bir baksak, kalbimizin sesini dinlesek, ruhlarımızın gıdasıyla ilgilensek… Iska üzerine ıska… Bu ıskalar bitirir bizi. 22.10.2010 E-Posta: [email protected] |