Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
“Bürokratik adalet?” |
HSYK seçimlerinden çıkan sonuçlar için “Birinci derece hakim ve savcılar, yıllardır hakim olan kast sistemine tepkilerini bu şekilde ortaya koydular ve yargıda demokrasinin önü açıldı” yorumu yapanlar da var. “Adalet Bakanlığının desteklediği liste kazandı” deyip, “Yargı yürütmenin kontrolüne girecek demiştik, haklı çıktık” iddiasını dillendirenler de. Bunların içinde, referandum öncesi, “Yetmez, ama evet” kampanyası yürüten Demokrat Yargı Derneğinin eşbaşkanlarından biri de mevcut. Adalet Bakanı ise seçim sonucunu “Hakim ve savcılar marjinallere iltifat etmediler” diye yorumlarken, kazanan listedeki isimlerden yalnızca ikisinin bakanlık bürokratı olduğunu söyledi. Peki, Bakanla Müsteşarının kuruldaki varlığına itirazlar devam ediyorken, Bakanlık kadrosundan iki bürokratın daha onlara eklenmesi, mevcut eleştirileri daha da tırmandırmaz mı? Üstelik bunlar sıradan kişiler değil. Bakanlığın işleyişinde ve hakimlerle savcılara yönelik tasarruflar açısından kritik konumdaki insanlar. Şimdi, kurulda teşkil edilecek dairelerden birinin başkanı olacağı konuşulan (eski) Müsteşar Yardımcısı, “Adalet Bakanlığı, hakimlerin çalıştığı ve siyasetin etkisinin en az hissedildiği bakanlıktır” diyor. (Alper Görmüş, Taraf, 19.10.10) “Yargı iktidar kontrolünde siyasallaşıyor” iddiasına karşı öne sürülen bu argüman, bir başka derin problemin mevcudiyetine işaret ediyor: Bürokratlar eliyle yürütülen “devlet siyaseti.” Bunun son dönemdeki en tipik örneklerinden biri, AİHM’deki Dink dâvâsında Türkiye adına mahkemeye sunulan skandal savunmada görüldü. O dosyayı da Adalet Bakanlığı bürokratlarından biri hazırlayıp Dışişleri’ne göndermişti. Ve aynı bürokratın, bilâhare, yeni kurulan Kamu Güvenliği Müsteşarlığında daha üst bir göreve getirilip ödüllendirildiği ortaya çıkmıştı. Şimdi HSYK üyesi seçilen eski Müşteşar Yardımcısının, cv’sinde, Millî Güvenlik Akademisinde eğitim görüp diploma aldığı bilgisine yer vermesi ve Alper Görmüş’e gönderdiği açıklamada bunun için yazdıkları hayli düşündürücü: “(Özet olarak) Akademide dünya, çevre ülkeler ve Türkiye’nin ekonomik, politik, sosyokültürel ve askerî konuları Millî Güvenliğimiz açısından incelenerek, dünya ve ülke güvenliğini ilgilendiren ve etkileyen meseleler, millî menfaatlerimizin korunması, millî gücümüzün tesbiti ve değerlendirilmesi ve memleketin topyekûn savunması ile ilgili, akademik seviyede eğitim ve öğretim yapılmaktadır. (...) Her yıl 100 civarı bürokrata ülkenin millî güvenliğiyle ilgili önemli bir eğitim faaliyeti verilmektedir...” (a.g.g.) Yargı mensuplarının da askerî bir eğitim kurumunda akademik seviyede bir millî güvenlik eğitiminden geçirilmesini gayet normal ve gerekli addeden bu anlayışta bir tuhaflık yok mu? Hele millî güvenlik kavramının resmî ideoloji ile iç içe geçmiş bir ideolojiye dönüştürüldüğü dikkate alınırsa... Bu durumda adalet de millî güvenliğin gereklerine göre mi tecellî edecek? Bakanlık bürokratları bahsinde bir diğer nokta: Geçen hafta diğer HSYK üyeleri istifa ederken tek başına kurulda kalmayı tercih eden üye de AKP iktidarına kadar bakanlıkta bürokrat olarak görev yapan ve o görevdeyken cezaevlerindeki bol ölümlü “hayata dönüş” operasyonlarını yürüten kişi değil miydi ve bu zat son dönemdeki HSYK krizlerinde de başı çekmemiş miydi? Onun da vaktiyle millî güvenlik eğitiminden geçip geçmediğini bilmiyoruz. Bu eğitimi almış bürokrat kökenli yeni HSYK üyelerinin, kuruldaki işleyişte nasıl bir tavır sergileyeceklerini de. (Bu arada, kuruldaki bürokrat sayısı, Adalet Akademisi Başkanıyla üçe çıkmış bulunuyor.) Dileğimiz, kayda geçirdiğimiz tesbitlerde uç veren kaygıların boşa çıkması ve yeni HSYK’nın, hakim ve savcı tayinlerinde, hukuk ve demokrasinin önünü açacak tercihlerde bulunması. Ve devlet vesayetinin farklı bir kılıkla sürmemesi... 22.10.2010 E-Posta: [email protected] |