Faruk ÇAKIR |
|
Başörtüsünü değil, kapılarınızı açın! |
Geçen yıllarda başlatılan ve halen devam eden “Haydi kızlar okula” kampanyasını hatırlayanınız vardır. Kampanya, Millî Eğitim Bakanlığı ve UNICEF işbirliğinde, ilköğrenim çağında olan (6-14 yaş) kız çocuklarından eğitim sistemi dışında kalan öğrencilerin tamamını okula kazandırmayı hedefliyordu. Geçen gün bir ‘anket’e muhatap olduk ve bu ankette, “‘Haydi kızlar okula’ kampanyasını biliyor musunuz, hatırlıyor musunuz?” diye soruldu. Soruyu cevaplandırırken, kampanyayı hatırladığımız, ama o sloganın doğrusunun “Haydi kızlar okulun kapısına!” şeklinde uygulandığını söyledik. Anketi yapan görevli önce kampanyanın ismini yanlış hatırladığımızı düşünerek itiraz etmek istedi, sonra meseleyi kavradı. Kampanyanın açıldığı ilk günlerde söylediğimiz gibi, yine tekrarlıyoruz: “Haydi kızlar okula” kampanyasının başarılı olması için, başörtülü öğrenciler de okula girebilmeli, okul kapılarından geri çevrilmemeli! Başörtüsü ile ilgili tartışmalar yeniden alevlendi. Kanunsuz başörtüsü yasağı bütün kademelerde sona ermedikten sonra bu tartışma zaten bitmez. Türkiye öyle kısır bir çekişmenin içine sürüklendi ki, kanuna dayanmayan keyfî bir yasağı nasıl sona erdirebileceğimizi tartışıyoruz. Bazıları anayasa ve kanunlarda düzenleme yapılması gerektiğini hatırlatırken, kimileri de böyle bir düzenlemeye ihtiyaç olmadığını haklı olarak hatırlatıyor. Kanuna gerek yok, ama yasağı sona erdirmeye gerek var. Bunu nasıl yaparız? Bu sorunun makul cevabı; “siyasî kararlılıkla ve cesaretle” şeklinde veriliyor. Bu anlamda bir açıklamayı Prof. Dr. Ali Nesin yapmıştı. “Ali Nesin metodu” olarak isimlendirdiğimiz metod şöyle gelişmişti: Matematik profesörü Ali Nesin, ‘TRT Haber’de konuşmuş ve rektörlerin hiç kimseden emir alamayacağını belirterek, gerektiğinde hapse girmeyi göze alarak bu sorunu bitirebileceklerini söylemişti. Nesin, ayrıca, önündeki kâğıtları eline alıp yırtarak çöpe atmış ve yasağın ‘yok’ sayılarak aşılabileceğini de ‘şekille’ anlatmıştı. (Nuriye Akman’ın sunduğu “Akılda Kalan” programı, 22 Temmuz 2010) Benzer şekilde bir açıklama yapan Demokrat Yargı Derneği Yönetim Kurulu da, Türkiye’nin “türban bir yasa/anayasa sorunu değil, siyasî/idarî bir sorundur” gerçeğini kabul etmesi gerektiğini hatırlatmış. Dernek, “Dolayısıyla türban, üniversiteler bakımından, yasanın/normun içinde ne bir sorun, ne de bir çözüm imkânı barındırmaktadır. Bu nedenle yasa-anayasaya dayanan saçma, skolastik tartışmalardan uzaklaşmak, bizzat rektörlerin siyasi/demokratik olgunluklarının sorgulandığı bir mecraya doğru tartışmayı taşımak artık bir zarurettir. Bu itibarla siyasi/demokratik olgunluğa sahip her rektörün yapacağı tek şey kapılarını türbana açmak ve üniversitelerdeki eğitim özgürlüğünü engelleyen bu adaletsiz geleneği tersine dönüştürme cesareti göstermektir. Rektörleri böyle bir serbestlik uyguladıklarında yasal olarak sorumlu kılan hiçbir norm, hiçbir mahkeme kararı yoktur” demiş. (Cihan Haber Ajansı, 20 Ekim 2010) Nitekim kanunlarda herhangi bir değişiklik yapılmadığı halde çoğu cesur rektör, başörtüsü yasağını fiilen sona erdirdi. Bu rektörler bugün itibarıyla hukukî bir takibata da maruz kalmadılar. Çünkü başörtüsünü yasaklayan bir kanun yok. Cesur rektörlerin sayısının ve cesaretlerinin daha da artması için duâ ederken, aynı cesaretin siyasî cenaha yansımasını beklediğimizi de ifade edelim... 22.10.2010 E-Posta: [email protected] |