Ahmet DURSUN |
|
Hoş geldin Üstadım |
Bir asırlık özlemdi bizimkisi. Asırlarca sürecek bir sevdanın vuslat anıydı. Düğündü, bayramdı. Gönüllerin sultanıyla bir olmaktı, cananla kavuşmaktı. Dün, seni acımasızca tarihin karanlık çukurlarına gömmek isteyenlere inat oradaydık, Beyazıt’taydık. Darağaçlarının gölgesinde “Sen de şeriat istemişsin!” diye kükreyerek seni ademe mahkûm etmek isteyenler yok muydu? “Zalimler için yaşasın cehennem diyen” dillerle, zalimi nisyana mahkûm eden ellerle, ebede namzet gönüllerle hemen yanı başındaydık. Sen bizimleydin ya, biz de seninleydik Üstadım, hep seninleydik. Dün sen buradaydın ya, sen neredeysen biz de oradaydık Üstadım! Hoş geldin Üstadım! “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım” diye kükrediğin, Kur’ân’ın sönmez ve söndürelemez bir güneş olduğunu ispat dâvâsına başladığın yere Hoş geldin Üstadım! Hoş geldin, safalar getirdin; yine müjdeler yine nurlar getirdin. Beyazıt Camii’ni hatırlarsın ya Üstadım? Hani güzel sesli hafızlardan dinlediğin Kur’ân’la gaşyolduğun, kendinden geçtiğin o muazzez mabed! Ulu mabed, yine seni bağrına bastı Üstadım. Secdeye vardığın yerde secdedeydik, rükûa eğildiğin yerde eğildik. Dün, senin yürüdüğün yerlerdeydik. Hasretinle yandık ya Üstadım; seni andık, dâvânı andık, ‘dâvâm’ diyen mirasınla kandık. Zalimin hasmı, mazlumun duâsı olan Üstadım! Beyazıt’ta bir müjde verdin. Zalime boyun eğmeyen dâvâların ebediliğini müjdeledin. Müjdeler olsun Üstadım! Bu dâvâ ne öksüz kaldı ne köksüz. Dâvânlayız, dâvânı öksüz bırakmadık, bırakmayacağız. Senin adamınız, senin gibiyiz; ne boynumuzu eğebildiler ne bileğimizi bükebildiler. Bütün ihtişamınla Beyazıt’taydın ya; zalime haykıran dillerin, zalime uzanana ellerinle oradaydın, yanımızdaydın. Her şey değişti ya Üstadım. Zaman değişti, mekân başkalaştı. Zamanı değiştirenler hakikati gölgeleyemedi. Mekânı değiştirenler hakkı susturamadı. Sen susmadın ya Üstadım, biz de susmadık. Sen haykırdın ya, biz de haykırdık. Beyazıt’ta şaşkın bakışlar arasındaydık. “Kim bu adam, burada ne işi var” der gibiydiler. Seni unutturmak isteyenlere inat oradaydık, Hakk’ın yanında, Üstadımızlaydık. Büyük dâvâlar büyük adamların omzunda yükselirmiş. Alevleri göklere yükselen bir yangının içine pervasızca dalan sendin. Milletin imanı uğruna memleketin bütün çilesini yüklenen sendin. Gençliğimin derdiyle dertlenendin. Eskişehir hapishanesinin penceresinden baktın, ağladın ağladın… “Milletimin imanını selâmette görürsem Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım.” diyendin. Dâvâna göz dikenleri, milletine göz koyanları, imanına el uzatanları, seni zindanlardan zindanlara sürükleyenleri affedendin, müşfiktin. Kur’ân’ın sesiydin ya Üstadım! Seninle olmakla bahtiyarız. Beyazıt’a hoş geldin Üstadım! Sen şaşaayı, gösterişi sevmezdin ya… Sevdiğin gibiydik, sessiz, sade; fakat bu kutlu dâvânın kıymetini idrakle, izzetli, aziz ve mutlu. Avrasya maratonu varmış, bütün yollar kapalıymış. Avrupa’yı Asya’ya bağlayan köprünün üzerinde yüz binler… Gönülleri bir birine bağlayan, milyarları bir birine kenetleyen Üstadım! Sen köprüleri çoktan kurdun. Senin yollarını hep kapadılar, senin yollarına hep zulüm döşediler ya. Sen o yollarda yürüdün, o yolları geçtin. Maddeye mânâ verdin, mânâ âlemlerine köprüler kurdun. Bizi birleştirdin, bizi bize getirdin, bize geldin. Biz de seninleydik, sana geldik Üstadım; sana geldik, hep seninle kalacağız. Asırlar geçiyor Üstadım! İman ve küfür bir birini kovalıyor ya… Sen ne taraftaysan bir o taraftayız. Dâvânlayız, dâvândayız. Sen ruhunla, dâvânla, mirasınla Beyazıt’taydın. Biz aşkımızla, sevdamızla senin yanındaydık. Bizi yalnız bırakma, bizi kimsesiz kılma. Yine gel, hep gel! 19.10.2010 E-Posta: [email protected] |