19 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Beyazıd Meydanı’nın ardından

Geçtiğimiz Pazar günü “Beyazıd Meydanı’nda Veda” yazısından sonra bu konuda yazı yazmayacaktım. Çünkü keskin kalem sahipleri gelecek ve onlar meydandaki güzellikleri bizlere tatlı tatlı aktaracaklardı. Ancak sabahın çok erken saatlerinde gazeteyi okudukça bizi arayanlar “Biz senin yerine Beyazıd Meydanı’na gidiyoruz” diye başlayan telefon trafiği, gün ilerledikçe ve gazete okunmaya başladıkça arttı. Ben de onların ruh ve bedenen gittikleri mekânda rûhen ve hayâlen olmaya çalıştım ve bu sevinçlerine dayanamadığım için iki üç satır da olsa yazmak istedim.

Beyazıd Camii’nde “hafızları dinledikten” sonra Beyazıd Meydanı’na çıktığımızda tarihî bir hadiseye şahit olduyoruz. Yüz yıl önce idamla yargılanan Bediüzzaman, bugün burada insanlara gür bir sesle “Acele ettim, kışta geldim. Sizler cennet âsâ bir baharda geleceksiniz!” diyordu.

Ve bir tarihî hakikat ispatlanıyordu ki; onu “Divan-ı Harb-i Örfî’de yargılayanlar” değil; Bediüzzaman haklı çıkmıştı. Zira, “Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım!” sözleri orada yankılanıp duruyordu.

Bu yankı, Beyazıd Camii’nin minaresinden üniversite kapısına, oradan Çemberlitaş’a hızla geçerek Ayasofya’ya ulaşıyor, buradan İstanbul Boğazı’nda Marmara’ya ve okyanuslara götüren rüzgâra karışıyordu.

Bediüzzaman’ı tanımayan bir insan, 100 yıl önce bu meydanda söylediği bu nutkunun bugün de aynen söylendiğini anlayamazdı, ama onu tanıyanlar ise “Bârekâllah! 100 yıllık bir mücadelenin fütuhâtı. Ne güzel olmuş” diye sevinç gözyaşlarını döküyorlardı.

Meydanda güzel bir organizasyonun yanı sıra, seviyeli bir kalabalık mevcuttu. Yüzleri nurlu ihtiyar kadın ve erkekler, orta yaşlılar, gençler ve çoçuklar bayrama gelmiş gibi davranıyorlardı. Yani Anadolu’nun çekirdek aileleri hepsi buraya toplanmış gibi idi. Farklı mahallerden gelmişlerdi ama sanki yıllarca aynı safta saf tutmuş gibi idiler. Bu semt ayrılık gayrılığı götürmüyordu, aksine herkes “TIR”da Bediüzzaman’ın sözlerini aynı mânâda düşünüyordu.

Çok güzel bir çadır kurulmuş, ama oturanlar heyecandan yerlerinde duramıyorlardı. Usulen oturdukları yerde kalmaları gerekiyordu, ama ayaktakilere çok imreniyorlardı. Çünkü Bediüzzaman heyecanı yüreklerini denizler gibi dalgalandırıyordu.

Meydan bir panayır gibi idi. Çocuğunu kaybeden bayanlar bile telâş etmiyordu. Beyler bile bir sıkıntı hissetmiyordu.

Plaket takdiminden sonra bilmiyorum Genel Koordinatör Ali Toker Bey “Dindar Cumhuriyetçi Afişi”nden bahsetti mi? Ben başka şeyleri temâşâ etmeye çalışıyordum. Gözlerinde mercan gibi akan sevgi pınarları karşısında, derin bir nefes alan insanların soluklarını hissetmekle meşguldüm.

Beni tanıyanlar şöyle bir bakıyorlardı bana, ama “gelemeyeceğimi” yazdığım için bir şey soramıyorlardı. “Belki benzettim” diye es geçiyorlardı. Eminim eğer benim olduğumu bilselerdi, gözlemlerimin yarısını yapmama engel olurlardı.

Nur sevdalıları, İstanbul’da Beyazıd Meydanı’nı Bediüzzaman’a yakışır bir şekilde doldurarak tarihe not düşürdüler. Anadolu’da sele dönüşen “sevgiler”, burada deryalara ulaştı. Buradan öteye ise Ayasofya, Emeviye Camii, Varşova ve belki de Kosturma!

Bu fedakârlar planlar ve uygularlar.

İnandığım için, ben müjdesini vermiş olayım.

ŞERİF GÜNDÜZ

[email protected]

19.10.2010


Sorumluluk duygusu

Sorumluluk, bireyin üstüne düşeni yapması, kendinden beklenileni yerine getirmesi, yaşına, cinsiyetine ve bunun gibi birçok özelliğine göre bireyden beklenilenleri kapsayan geniş bir kavramdır.

Bireyin şahsını, ailesini ve bunun bir sonucu olarak toplumu ilgilendiren önemli bir konu, sorumluluk sahibi olmak ya da olmamak… Sosyal hayatta karşılaştığımız birçok problemin de çok sebebinden birisidir sorumluluk duygusunun yokluğu… Evde ödevlerini hep anne babanın zoruyla yapan öğrenci, okulda işlerini müdürün, idarenin sürekli takibiyle yapan öğretmen, işverenin yanında işlerin tam olarak yapılırken, yokken aksatılması, herkesin gelip geçtiği bir yerdeki çöpün alınıp, çöp kutusuna atılmaması, ÖSS, SBS, KPSS ne tür ve düzeyde olursa olsun sınavlara çalışmayan öğrenci tiplemeleri… Sorumluluk duygusunun tam olarak gelişmemesi sonucu ortaya çıkan problemlerden sadece bir kaçı… Hep birilerinin direktiflerini bekleyen bireyler, güvensiz, isteksiz, vurdumduymaz kişilikler…

Görüldüğü gibi ehemmiyetli bir konu sorumluluk duygusu. Tam anlamıyla sorumluluk sahibi olarak yetişen bireyler, hem daha mutlu olurlar, hem hayattan doyum alırlar, hem de sosyal hayatta problemleri daha kolay çözerler…

Anne babalar, ağabeyler, ablalar, öğretmenler; sorunsuz bir gelişim için, ne olur sorumlu bireyler yetişmesi için çabalayın.

Sorumluluk duygusu, bireyin doğumundan itibaren gelişir aslında. Çocuğa doğumundan itibaren yaşına, gelişim düzeyine, cinsiyetine uygun görevler verilmeli ve kendi ihtiyaçlarını gücünün yettiği ölçüde kendisinin yapmasına imkân tanınmalıdır. 5-6 yaşında bir erkek çocuğun ekmek alması, 2-3 yaşlarındaki çocuğun odasını toparlaması, temizlemesi, kendi çorbasını kendisinin içmesi gibi örnekler verilebilir.

Yani, çocuk yapabileceği kadarıyla kendi ihtiyaçlarını gidermeli, ev işlerinde cinsiyetine uygun görevler almalıdır. Anne baba çocuğun gerçekten ihtiyacı olduğu durumda, hatta yardım istediğinde çocuğa yardım etmelidir.

Çocuk, hayatı deneme yanılma yoluyla da öğrenmelidir. Gerektiğinde hatalar yapmalı, farkına varıp, kendisinin düzeltmesine imkân tanınmalıdır. Örneğin, 1. sınıf öğrencisi önlüğünü kendisi giyebilmelidir. Hatta giyerken hata yaptığını, düğmelerini yanlış iliklediğini varsayalım, bunu kendisi düzeltmelidir. Aynı şekilde, emeklerken, gerektiğinde düşüp kalkmalı, denemeler yapmalıdır. Aman bir şey olmasın, aman yorulmasın, daha küçüktür yapamaz, biz de çocuk olduk gibi deyimlerle, çocuğun her şeyinin anne baba tarafından yapılması, çocuğun gelişmesine yarar yerine zarar verir. Bunun farkında olmak, anne babalar için çok mühimdir.

Sorumluluk duygusunu kazanan çocuk, kendine güvenmekte, gerçekten zorlandığı durumlarda da anne babasının yardıma geleceğini bildiğinden, güvene dayanan bir aile ilişkisi kazanmaktadır.

Kısacası, bireye, birey olma özgürlüğü tanınmalı, onun adına sorumlulukları yapılmayacağı gibi, onun adına kararlar da alınmamalıdır. Kararsız, çekingen, utangaç kişilik özelliklerinden, ancak böyle uzak durulur. Hep başkalarından bekleyen bireyler, bu yaklaşımlardan uzak yetişmiş kişilerdir.

Sorunsuz bir hayat için, sorumlu bireyler yetiştirmeniz temennisiyle…

OSMAN KANAT

[email protected] Psikolojik

Danışman

19.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.