H.İbrahim CAN |
|
İran-Hizbullah-Suriye: Lübnan’ın değişmez tarihi mi? |
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın Lübnan ziyareti, kırılgan Orta Doğu dengelerini daha da hassaslaştırdı. İsrail sınırı yakınındaki Kana köyüne yapılan ziyaret, sembolik anlamdan daha çok İsrail’e yönelik bir tehdit maksadını taşıyordu. Lübnan aslında Ortadoğu’nun en bahtsız ülkesi. 1975-1990 arasındaki onbeş yıllık iç savaşta 150 bin kişi öldü, 200 bin kişi yaralanırken 900 bin kişi yurtlarından oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ülkeden çıkarılmasıyla sonuçlanan ikinci İsrail işgali 2000 yılına kadar sürdü. 2000 yılında imzalanan Taif Anlaşması ile ikili bir yönetim ortaya çıktı ve 126 sandalyeli meclis Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında bölündü. 2000 yılından bu yana toparlanmaya çalışan, ikide bir İsrail-Hizbullah savaşı, İsrail işgali ve iç çatışmalarla harabeye dönen Lübnan’da 2005 yılında zamanın Başbakanı Refik Hariri suikastine kadar Suriye’nin üstünlüğü görülüyordu. Bu suikast dengeleri değiştirdi ve Suriye ülkeden çekilmek zorunda kaldı. ABD ve müttefiklerinin tecrit ettiği Şii azınlığın kontrolündeki Suriye, Türkiye ile ilişkilerin sıcaklaştığı döneme kadar, bu yalnızlığın kıskacındaydı. Son yıllarda bir yandan ABD ve İsrail’in –ve ABD’nin isteğiyle, kendisi de İran’ın bölgede nüfuzunu arttırmasından rahatsız olan Suudi Arabistan’ın- İran’ı yalnızlaştırma kaygısı içinde Suriye’ye yaklaşması, bu ülkenin Lübnan’daki etkinliğini Hizbullah’a lojistik destek sağlayarak arttırması, Türkiye’nin de desteğini alması, Suriye’yi Lübnan’da önemli bir güç haline getirdi. Şiîlik ortak paydasında birleşen İran, Suriye ve Hizbullah’ın görünüşte güçlü olan bu ittifakı, İran ve Suriye’nin karşılıklı güvensizlikleri, Suriye’nin Hizbullah’ı kontrol altında tutma çabaları yüzünden hassas dengelere dayanıyor. Böyle bir dönemde Ahmedinecad’ın Lübnan’da Şiîler tarafından coşkuyla karşılanması, bir çok ülkeyi kaygılandırdı. İsrail, ABD, Suudî Arabistan bunların başında geliyor. Aslında Saad Hariri hükümetinin de bu ziyaretten pek memnun olduğu söylenemez. Ancak Hariri suikastı soruşturmasında rapor aşamasına gelindiği bu günlerde, Hariri,—bugüne kadar gizlenmiş kanıtlara ulaştığından mı yoksa Suriye’nin nüfuzundan korktuğundan mı bilinmez—babasının katilinin MOSSAD olduğunu söylemeye başladı. Peki, bu hassas ilişkilerin egemen olduğu Lübnan’daki durum Türkiye’yi kaygılandırıyor mu? Her ne kadar Ortadoğu’da ABD ve müttefiklerinden bağımsız politika üretiyor gibi görünse de, hükümetin Suriye-İran ikilisine çok yakın durabileceğini sanmak hata olacaktır. İran’ın Irak ve Lübnan’da nüfuzunu güçlendirme çabaları, diğer bölge ülkeleri kadar Türkiye’yi de düşündürmektedir. Irak’ta Maliki yönetiminde bir hükümetin kurulması halinde, İran’ın bu ülkede de etkinliğini artıracak olması, bizi de kaygılandırması gereken bir durum. Umarız tüm bu hassas dengeler, tahrik çabaları ve İsrail’in müttefiklerin arasını bozma çabaları, Lübnan’ı yeniden savaş alanına çevirmez. 19.10.2010 E-Posta: [email protected] |