H.İbrahim CAN |
|
Avrupa Birliği Yolunda Beş Yılda Bir Adım! |
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamasının üzerinden beş yıl geçti. O tarihte henüz müzakereye başlamayan bazı ülkeler tam üye olurken, Türkiye müzakere edilmesi gereken 35 başlığın yalnızca birisini tamamlayabildi. O da en kolay olanını. 18 fasıl askıda. Bunların sekizi Türkiye’nin Ankara Protokolünü Kıbrıslı Rumlara uygulayıp limanlarını bu ülkenin ticarî gemi ve uçaklarına açmamış olması yüzünden askıda. Geriye kalan 10 fasıl ise Kıbrıs sorunu çözülene kadar askıya alındı. Yani görünüşte her şey Kıbrıs sorununa endeksli. Ancak uzmanlar bunun yalnızca göstermelik sebep olduğu görüşünde. Asıl sebep Fransa ve Almanya başta olmak üzere bir çok AB üyesi ülkenin Türkiye’nin çeşitli sebeblerden dolayı AB’ye girmesini istememesi. Fransa’da yapılan anketlere göre Fransızların yüzde 80’i Türkiye’yi AB’de istemiyor. Almanlar ise hem kültürel, hem de ekonomik sebeblerden dolayı ülkemizin üyeliğine karşı çıkıyor. “Kültürel sebebler” denildiğinde, İslâm’ı anlamak gerekiyor. Bir Hıristiyan Kilisesi dergisi olan The Trumpet bu nedeni şöyle açıklıyor: “Özünde Roma Katolik kıtası olan Avrupa’nın bir kalemde 70 milyon Müslümanı içine alma niyeti yok. Türkiye –Katolikliğin kökünü tehdit eden Osmanlı geçmişiyle birlikte- Avrupalıların zihninde olumsuz çağrışımlara sahip. Yine de bu ülkenin Avrupa açısından stratejik değeri dikkate alındığında, izlemek gerek. AB bir şekilde Türkiye ile iş yapmaktan çıkar sağlamaya devam edebilmek için havuç göstermeye devam edecektir”. Sarkozy ve Merkel’in başını çektiği Türkiye karşıtlığı nedeniyle AB’nin en büyük ümidi, Türkiye’nin bu fasılları hiçbir zaman tamamlayamaması. İkinci stratejileri ise; eğer tamamlama ihtimali doğarsa, engeller çıkararak bunun önlenmesi. Yani müzakerelerin başladığı 3 Ekim 2005 tarihinden bu yana üyelik noktasında çok önemli bir ilerleme kaydedilmedi. Ancak bu müzakereler ülkemize çok önemli kazanımlar sağladı. Türkiye, Kopenhag Kriterlerini büyük ölçüde yerine getirerek daha demokratik, daha katılımcı, bireysel hak ve özgürlüklere daha çok güvence ve imkân sağlayan bir ülkeye dönüştü. Dönüşmeye de devam ediyor. Bu çok önemli bir kazanç. Elbette Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin 51 yıllık mücadelesinin hakkını vererek, bir çok AB ülkesinden daha sağlam bir ekonomiye sahip olan ülkemize daha fazla engel çıkarmamaya devam etmesini bekliyoruz. En büyük engel olarak gösterilen Kıbrıs sorununda, çözümü getirecek olan Annan Planını kabul eden tarafın Türkler olmasına karşın, planın kabul edilmemesinin faturasının Türkiye’ye ödetilmesinin iyi niyetle bağdaşır tarafı yok. Türkiye’ye önerilen “ayrıcalıklı ortaklık” ise anlamsız bir saçmalıktan ibaret. Bunun anlamı; “siz muktesebatı tamamen yerine getirin, ama biz sizi üye yapmayıp, aramızdaki duvarı inceltelim” demektir. 1964 Ortaklık anlaşmasından kaynaklanan serbest dolaşım hakkını bile tanımayan AB’nin, bölgesindeki stratejik önemi, büyük enerji projelerinin kavşağında yer alması ve krize ekonomisi dayanabilen ülkeler arasında bulunması sebebiyle ekonomik cazibesi bulunan Türkiye’yi elden kaçırmak istemediği bir gerçek. Ama böyle beş yılda bir fasıl kapatarak, öbür yandan gümrük birliği sayesinde bütün istedikleri avantajları elde ederek, NATO’ya asker lâzım olduğunda “aslansın” deyip, işine gelmediğinde AB dışında tutarak, Türkiye’nin AB kapısında bekleyeceğini sanması, AB’li politikacıların büyük yanlışı. Umarız bu yanlıştan dönerler ve Türkiye, kendisinden her açıdan çok geride olan Bulgaristan bile üye olmuşken, bir beş yıl sonrasında hâlâ fasıllarla boğuşan bir aday ülke halinde kalmaktan çıkar. 05.10.2010 E-Posta: [email protected] |