Basından Seçmeler |
Statüko direniyor: Çözüm yeni anayasada
TOPLUMUMUZUN özgürleşme ve demokratikleşme yolundaki yürüyüşüne Türkiye’nin “kurulu düzeni” direniyor. Statükonun özgürleşmeye direnişi son günlerde bir yandan KCK davası, öbür yandan da başörtüsüne özgürlük arayışına geçit verilmemesi örneklerinde somutlaşıyor. Kurulu düzenin zihinsel kodları o kadar güçlü ki, değişimin bugün itibariyle asıl aktörü olmak iddiasındaki iktidar partisinden bile direnişine zaman zaman destek devşirebiliyor. Statüko güçlerinden bunca darbe yemiş olan iktidar partisinden yani. Nitekim, AKP başörtüsü meselesinde özgürlük yanlısı tutum alırken, Kürt sorununun çözümünü zora sokabilecek KCK davasında statükoyla birlikte hareket ediyor. Biliyorum, AKP sempatizanları hemen itiraz edeceklerdir. Diyeceklerdir ki, seçilmiş kişilerin de yargılandığı KCK davası tamamen yargının inisiyatifindedir, “biz hükümet olarak yargıya karışamayız.” Ama bu hiç de inandırıcı bir savunma değildir; çünkü, tam da “Kürt Açılımı”nın ortasında bu süreci başlatan güvenlik operasyonları şüphe yok ki bu hükümetin eseridir. Hükümet bu olayda emniyetçilerin ve kimi “stratejistler”in aklına uyarak “Açılım”ın ruhuna aykırı davranmıştır. Bu siyasi hatanın tamamen telâfi edilmesi mümkün görünmüyor, ama hiç değilse yargılama sürecinin adalete ve hukuk devletinin gereklerine uygun işlemesi ve mümkün olan en kısa zamanda sonuçlanması Kürt meselesinde işlerin yeniden hale-yola konmasını belki kolaylaştırabilir. Ama bunun için de hükümetin yeniden ve bu sefer kararlılıkla “Açılım”a dönüş yapmasına ihtiyaç var. Oysa, referandum sonrasında hükümete hakim olan hava, seçimlere kadar bu meselede yeni bir atılım yapmaya istekli olmadığını düşündürüyor. Öyle anlaşılıyor ki, hükümetin seçimlere giden süreçteki tek meşgalesi, eğer yapabilirse, üniversitelerde başörtüsüne özgürlük sağlamak olacak. Ne var ki, bu da o kadar kolay başarılacak bir iş gibi görünmüyor. Bir kere, başta belirttiğim gibi, statüko bu konuda büyük bir direnç göstermeye hazırlandığının işaretlerini veriyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, “üstüne vazife olmadığı” halde, parlamentonun iradesine ipotek koymaya yeltenmesi direnişin ilk ciddi işaretidir. Bu çıkış hukuken yanlış, siyaseten “icab-ı hal”e aykırı ve antidemokratik olabilir; ama bundan da önemlisi bunun başka bir şeyin habercisi olma ihtimalidir. Onun için, başörtüsüne özgürlük arayışının ciddiye binmesi durumunda başka odakların, özellikle de Danıştay ve Yargıtay’ın, hatta kimi üniversitelerin bu “koro çağrısı”na katılması şaşırtıcı olmaz. Ayrıca, son gelişmeler gösteriyor ki, CHP’nin de bu meselede geri adım atması kuvvetli bir ihtimaldir. Başörtüsünün üniversitelerde olsun özgürleştirilmesi arayışını başarısız kılması muhtemel başka bir sorun daha var. O da şudur: İktidar partisi bu işi parlamentoda bir komisyon oluşturmak suretiyle çözmek ister görünüyor, ama bu girişim ister bir yasal düzenlemeyle isterse -çok zayıf bir ihtimal olmakla beraber-bir anayasa değişikliğiyle sonuçlansın, önceki tecrübeler bu yolun bizi bir “çıkmaz”a mahkum edeceğini düşündürüyor. Esasen, hukuken var olmayan ve varlığını tamamen keyfi bir uygulamaya dayandıran bir yasağın yasal düzenlemeyle nasıl çözüleceğini ben anlayamıyorum. Onun için, bu meselenin “geçici” çözümü üniversiteleri başörtüsü yasağını fiilen kaldırmaya götürebilecek bir kamuoyunun oluşmasıdır. Bunun için de CHP’nin politik desteğine ihtiyaç var ki şu aşamada o da çok zor görünüyor. Bu demektir ki, sorunun asıl ve kalıcı çözümü sivil inisiyatifin eseri olacak özgürlükçü-demokratik bir yeni anayasadadır.
Mustafa Erdoğan, Star, 23 Ekim 2010 |
24.10.2010 |
Atatürk tutkalı tutmadı
(...)CHP aslında türbana tamamen karşıdır. Fakat bunun siyaseten gerçekçi olmadığını bildiği için türbanlıların üniversitelere alınmasına karşı değilmiş gibi görünmeye çalışıyor. Buna karşılık üniversite altı okullara ve devlet dairelerine turban girmesine karşı. CHP’nin politikası mantıksızdır. Türban kabul edilemez ise her yerde kabul edilemezdir. Değilse değildir. Üniversiteli turbanla derslere girebiliyorsa liseli neden girmesin? Tutarsızlık var Başka bir tutarsızlık daha var. Türbanlılar üniversitede öğrenci olabiliyorlarsa mezun olduktan sonra da devlet dairelerinde memur olabilmeleri gerekir. Öğrenim özgürlüğü var da devlet memuru olma özgürlüğü yok mu? Tesettürlü tıp öğrencisi cici ise tesettürlü devlet hekimi kaka olamaz. Aslında CHP türbanlı kadın istemiyor. Generaller büyük bir olasılıkla CHP gibi düşünüyorlar ama artık politikada bir unsur değiller. Yargının bir bölümü de CHP gibi düşünüyordur. Ama onların da kanatları kesildi.(...) Türban bir sembol Aslında türban bir sembol, bir emaredir. Onun arkasında yatan daha büyük bir gerçek var: Atatürk’ün tutkalı tutmadı. Atatürk’ün Türkiyesi dağılıyor. Atatürk’ün modernleşme planında din yoktu. Din tutuculuk ve yobazlık evi olarak görülüyordu. İmparatorluğun çöküşündeki suçunun bir kısmı ona yüklendi. Hilafet kaldırıldı, medreselere kilit vuruldu, tarikatlar kapatıldı. Din geri plana itildi. Osmanlı zamanında tutkal din idi. Atatürk onun yerine Türklüğü ikame etti. Atatürk Osmanlı enkazından kaldırdığı taşlarını kullanarak yeni, değişik ve modern bir bina inşa etti ve adını Türkiye koydu. Şimdi Erdoğan o binanın taşlarını sökerek yeni bir bina ve yeni bir Türkiye yapıyor. Ama özde bir şey değişmiyor. Bir dayatma gidiyor, yerine başka bir dayatma geliyor. Yapışkanın tutacağı tek Türkiye herkesin olduğu gibi kabul edildiği, dinini ve diğer özelliklerini özgürce yaşadığı Türkiye’dir. Bir gün, çok kan aktıktan, çok acı çekildikten sonra, belki o Türkiye’ye ulaşabiliriz.
Metin Münir, Milliyet, 23 Ekim 2010 |
24.10.2010 |