İslam YAŞAR |
|
Said Nursî’nin II. Anadolu Seferi |
Said Nursi, hayatı sefer telâkki eden bir insandı. “Bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz” sözleri ile ifade ettiği sefer güzergâhının ömür safhasında Anadolu’nun mühim bir yeri vardı. Çocukluk yıllarında başladı seferlere çıkmaya. Önce eğitim, ardından müşahede maksadıyla bütün bölgeyi dolaştı. Ulvî gayeler için büyük hedefler seçti ve harekete geçti. Hedeflerini gerçekleştirmek maksadıyla İstanbul’a gidip Sultan Abdülhamid ile görüşmeye çalıştı. Ardından İran’a, Şam’a, Beyrut’a gitti. Tekrar İstanbul’a gelip Sultan Reşad’ın Balkan seyahatine iştirak etti. O seçtiği hedeflerine doğru kararlı adımlarla yürürken çıkan savaş, Said Nursî’nin yolunu cephelere çevirdi. Pasinler cephesinde, Van havalisinde büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra Bitlis müdafaası sırasında yaralanıp esir düşünce Rusya içlerindeki esaret yolculuğu başladı. Esaretten kurtulup vatana dönme esnasında gördü Doğu Avrupa’yı ve Balkanları. İstanbul’da kaldığı sırada ısrarlı dâvetler üzerine Ankara’ya gitti ise de, orada hissettiği ‘en kara hâlet’ yüzünden fazla durmadı ve Van’a döndü. Van’da inzivada iken Hicaz’a ve Anadolu’ya açılan iki farklı sefer güzergâhı çıktı karşısına. Hicaz taraflarına gitmek hicret mânâsı taşıyordu. Anadolu ise sürgün yeri olarak seçilmişti. Said Nursî, sürgünü tercih etti ve Anadolu’ya gitti. Çok ağır şartlar altında geçse de, neticesi itibariyle isabetli bir tercih, faydalı bir seferdi bu. Burdur, Barla, Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Afyon, Emirdağ gibi şehirlerde, kasabalarda sürgün ve hapis şartlarında geçen I. Anadolu Seferi, Risâle-i Nur Külliyatı ile Nur Hareketini netice verdi. Bu bir fetih seferi idi. Gönüllerin fethinin seferi. İlk defa sürgün diyarlarında, zulüm ve işkence altında başladı bu sefer. Onları keyfî kararların verildiği mahkeme koridorları ve zecrî tedbirlerin alındığı hapishane zindanları takip etti. Said Nursî ve talebeleri oralarda bunları yaşarken hasbelkader dışarıda kalabilen Nur Talebeleri de kenar semtlerdeki evlerinin küçük odalarında hep Risâle-i Nurları okuyup yazdılar. Sonra ‘Nur Medresesi’ adı verilen veya ‘dershane’ denen evler girdi devreye. Oralarda, haftanın muayyen günlerinde yapılan Nur sohbetlerinden onlarca, yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca insan faydalandı. Bu tenvir hareketi, Said Nursî’nin vefatına kadar artarak devam etti. Bediüzzaman Said Nursî, Anadolu’da yetişen büyük bir İslâm âlimi idi. Onun yazdığı Risâle-i Nur Külliyatı da zaman içinde bu milletin temel değerlerinden biri haline geldi. Onun için millet, ahirete irtihalinden sonra da Said Nursî’yi unutmadı, Risâle-i Nurları sahiplendi. Ona reva görülen baskılar, zulümler, işkenceler ve benzeri muameleler talebelerine de yapıldı. Nur Talebeleri de tıpkı Üstadları gibi baskılara, zulümlere, eziyetlere aldırmadılar. Risâle-i Nurları neşrederek ‘milletin imanını selâmette görmek için’ âdetâ seferber oldular. Onların fedakâr, ihlâslı, gayretli çalışmaları ve millet ekseriyetinin himayesi, yardımı sayesinde, kısa zamanda memleketin her yerinde binlerce Nur medresesi açıldı ve ‘vatan sathı bir mektep’ haline geldi. Kanun adına yapılan keyfî muâmelelere, fiilî baskılara, zecrî tedbirlere rağmen kitaplar, gazeteler, dergiler, radyolar ve benzeri mevkuteler de o hareketin neşir vasıtası oldu. Zaman içinde evlerden ve dershanelerden salonlara taştı Nur Hareketi. Said Nursî önceleri fikirleriyle, daha sonra da ismiyle, şahsiyetiyle, eserleriyle memleketin küçüklü büyüklü hemen her salonunda anıldı, anlatıldı. *** Artık sıra, meydanların fethine gelmişti. Nur hizmetinin, cemiyete malolup yeryüzüne yayılarak cihanşümul bir hareket haline gelmesinde hep ilk hamleleri yapmak gibi bir meziyete mazhar olan Yeni Asya camiası, bu hususta da harekete geçti. Maksat, değişik vesilelerle sık sık gündeme gelen Bediüzzaman Said Nursî’nin fikirlerini, eserlerini nazara vermek ve Said Nursî’yi iyi tanımak için eserlerini okumanın, Risâle-i Nurları doğru anlamak için de hayatının seyrini bilmenin gerektiğine dikkat çekmekti. Yıllardır zihinlere örülmek istenen bazı duvarları yıkmak, hakikatin yerine konmaya çalışılan putları devirmek, tabuları ortadan kaldırmak ve sevgi taşıyıp şevk vermek maksadıyla yapılan bu iş için seçilen vasıta, çizilen afiş, yazılan slogan ve konulan resimler gerçekten dikkat çekiciydi. TIR, memleketin her yerine rahatça gidebilecek en büyük nakil vasıtası idi. Büyük bir TIR’ın üzerine boydan boya, ‘insanı ve kâinatı okumanın yolunun, dünya dillerine çevrilen Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatından geçtiğini göstermek için Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ının Türkiye Yollarına’ çıktığı yazılmıştı. Said Nursî’nin, TIR üzerinde yer alan resmi de manidardı. Zîra, onu küçük bir dağ köyüne sürüp köylülerle görüşmesini yasaklayarak âdetâ ölüme terk eden Ankara’daki resmî zevât, yıllar sonra hâlini, vaziyetini merak ettiğinden fotoğraflı bilgi istemişti. Bediüzzaman, Barlalı Hacı Enver Efendi bu isteği kendisine söylendiğinde hiç şaşırmamış, yatağının üzerinde hafifçe doğrularak böyle poz vermişti. Bu fotoğraf onun, Ankara’daki muhatabına bakarcasına çektirdiği tek fotoğraftı. Said Nursî, vefatının ellinci yılında ruhen çıktığı bu II. Anadolu seferinde, o meşhur nazarla temâşâ edecekti memleketin halini, milletin ahvâlini ve hizmetinin tekâmül merhalelerini. Nur hareketi, Anadolu’da doğmasına rağmen vatan sınırlarını aşan, serhatti olmayan, hudut tanımayan cihanşümul bir hareketti. Fakat bu sefer, Anadolu’ya has bir tanıtım ve hizmet seferi olduğundan memleketin bir yerinden başlaması gerekiyordu. Serhat şehri olması ve san'at harikası mimarî eserler taşıması hasebiyle Edirne’den başladı bu sefer. Mimar Sinan’ın Selimiye’si ile Said Nursî’nin Risâle-i Nur Külliyatının birlikte temâşâ edildiği manzara, tarihî addedilecek kadar muhteşemdi. Paşaeli’ndeki diğer şehirleri ve ilçeleri ziyaret edip Gelibolu Yarımadasından şüheda ruhlarının refakatinde Çanakkale’ye geçen Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ına Anadolu şehirleri de ard arda meydan açtılar. Aslında gelen, üzerinde yazılar ve resimler bulunan bir TIR’dı. Zahiren benzerlerinden pek bir farkı yoktu. Lâkin onlar onun temsil ettiği şahs-ı mânevîyi ve taşıdığı ruhanî değeri, manevî hazineyi hissetmiş olmalılar ki, uğradığı her şehir, geçtiği her kasaba, bir başka heyecanla karşıladı o TIR’ı. Kiminde konvoy halinde arabalar döküldü yollara, kiminde sıra sıra insanlar. Bazı şehirler mehter marşları ile yeri göğü inletti, bazıları çiçeklerle, çelenklerle gözleri ve gönülleri renklendirdi. Şehirlerdeki Nur Talebelerinden teşekkül eden hoşamedi heyetlerinin ve saatler öncesinden programın yapılacağı meydana gelen insanların başka farklı hususiyetleri de vardı, fakat hepsinde yaşanan ortak hâl, pembeleşen yanaklardan süzülen gözyaşı damlaları idi. Şehirlerden birinde, TIR’ın ardından biz de meydana girmiştik. Heyecan bende ünsiyet hâlini almış olmalı ki, kalabalığın arasından geçerken çok iyi tanıdığım ama yıllardır görmediğim bir simanın hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce şaşırdım. “Ne oldu, neden ağlıyorsun?” diye sordum. “Daha ne olsun, baksana Üstad geldi” dedi TIR’ın üzerindeki resmi göstererek. Bu samimî serzenişin ikazıyla, meydanı dolduran diğer yüzlere baktığımda ekseriyetinin içli içli ağladığını, ağlamıyor gibi görünenlerin de gözyaşlarını gönüllerine döktüklerini anlayınca gözlerim doldu. Beş bölgede dört mevsim yaşandı bu sefer boyunca. Yüce dağlar aşıldı, geniş ovalar geçildi. Yaylalarda, sahillerde kalındı. Çeşitli etnik milliyet mensubu, her yaş, din ve cinsten pek çok insanla muhatap olundu. Anadolu’nun hiçbir şehrinde bu heyecan tablosu değişmedi. İnsanlar bazı meydanlarda, kızgın güneş altında terlemek, bazılarında soğuktan titremek, bazılarında da sağanak yağmur altında sırılsıklam ıslanmak pahasına programı sonuna kadar takip ettiler. Gerçi Bediüzzaman Said Nursî’nin ismini duyup resmini görünce şaşıranlar, yadırgayanlar, karşı çıkanlar yok değildi. Onu Şeyh Said’le karıştıranlar, isyancı sayanlar, cumhuriyet düşmanı zannedenler de vardı. Hatta Erzurum’da olduğu gibi onun resmini görmeye tahammül edemeyip gece karanlığında, kara boya ile resmini karalayarak veya verilen kitapçıkları almayarak tepkisini göstermeye çalışanlar bile çıktı. Saldırganlar değil ama tepki gösterenler anlayışla karşılandı. Onların çoğu, fikirlerine saygı duyan ve makul bir hitap tarzı ile Said Nursî’yi anlatıp eserleri hakkında bilgi veren Nurcu gençlerden özür dilediler. Onların verdikleri gazeteleri, kitapçıkları, broşürleri aldılar ve Nurculuk hakkındaki kanaatlerini gözden geçirme sözü verme olgunluğu gösterdiler. Bunlar, sayısı üçü beşi geçmeyen münferit hadiselerdi ve neticesi ne olursa olsun, meydanları dolduran coşkun sevginin yanında medar-ı bahs edilmeyecek kadar cüz’î kalırdı. Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı yalnız meydanları değil, bütün memleketi hareketlendirdi. Tarlasında, bağında, bahçesinde çalışırken yoldan geçen TIR’a önce sıradan bir nazarla bakan köylülerin, Said Nursî’nin resmini görünce dönüp tekrar tekrar bakmaları ve el sallamaları heyecan vericiydi. TIR, şehirlerin, kasabaların caddelerinde, sokaklarında tur atarken yoldan geçen insanların hayranlıkla bakmaları, onların hareketlerinden, gördükleri şeyi merak eden mağaza sahiplerinin Bediüzzaman’ın resmi ile karşılaşınca yüzlerinde hareketlenen hayranlık hatları görülmeye değerdi. Böyle bir faaliyete izin veren devlet adamlarının, valilerin, kaymakamların, her türlü emniyet tedbirini alan polis teşkilâtının, mahallerinin en büyük meydanını tahsis eden çeşitli partilere mensup belediyelerin, programa katılıp konuşma yapan başkanların, destek veren sivil toplum kuruluşlarının, mahallî gazete, radyo ve televizyonların gösterdikleri demokratik tavır takdire şayandı. Bütün bunlar Said Nursî’nin, “Kardeşlerim, bu vatana hâkim olan Risâle-i Nur küfrün belini kırmıştır. Küfür bir daha belini doğrultamayacaktır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz, ama sonu iyi olacaktır” şeklindeki tebşirinin tezahürü idi. Bediüzzaman, tasarrufunun devam ettiğini gösteren pek çok tevafukî hadisenin yaşandığı bu II. Anadolu Seferini, İstanbul’da, Fetih Sûresi’nin “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Allah sana şanlı bir zaferle yardım etsin” meâlindeki âyetleri ile aydınlanan Beyazıt Meydanı’nda tamamlayarak meydanların fethini de gerçekleştirdi. Bu sayede, tağutların zuhuru zamanında süfyan fitnesinin istilâsına uğrayan Anadolu’nun; meydanlarına, caddelerine sinen küfrün sinsi karanlığı çözülüp dağılmaya başladı. Bundan sonra Anadolu meydanlarında da Said Nursî konuşulacak. Şimdi sıra, deccalın zuhur ettiği diyarlarda.Yani, Bediüzzaman Said Nursî’nin II. Rusya seferinde. 24.10.2010 E-Posta: [email protected] |