Ahmet BATTAL |
|
Sadece ölüler, kanun değiştiremez |
Eski devlet, seksen beş sene önce, semavî kanunların “değişmez” ve dolayısıyla çağa uyarlanamaz olduğunu varsayarak onları yıktı ve yerine “değişebilir” arzî kanunlar koydu. O zihniyetin torunları, millet karşısında mevzi kaybetmeye devam ediyorlar. Kanunların ve anayasanın başörtüsü konusunda özgürlükler yönünde kolaylıkla değişebileceğini zaten biliyorlardı, ama AYM’ne güvenmişlerdi. Bu kere başörtüsü konusunda AYM’nin içtihat değiştiremeyeceğini iddia ederek hayatı ve hukuku seksen beş yıl önceki devlet ve hukuk anlayışında dondurmaya çalışıyorlar. Yirmi yıl önce TBMM “üniversitede kılık kıyafet ve bilhassa baş örtmek serbest olsun” diye bir kanun yazınca AYM de muhakemesiz devrimci bir karar yazdı: “Başı ve boynu örten kıyafet çağ dışıdır, mümkün olan her yerde yasak olmalıdır.” Kılık kıyafet serbestliğinin sınırını kendi garip laiklik anlayışı ile çizdi. Sonra millet ve meclisi, “laiklik illa olacaksa da onu tarif ve sınırlarını tesbit etmek bizim işimizdir, saçı gizlemek laikliğe aykırı değildir” diyerek, özgürlüğü bu kere anayasaya yazdı. Bunun üzerine iki buçuk yıl önceki AYM yine bir karar yazdı: “Ben varken kararı ben veririm, anayasayı da sadece ben yorumlarım, laikliği de sadece ben sınırlarım, önceki yan bakışımda da ısrarcıyım” dedi. O gün siyasîler AYM’ne “Senin böyle bir yetkin yok” demediler, diyemediler. Bugün siyasîler ve bürokratlar “Bu yasaklayıcı yorum haklı değil, laiklik bu olamaz, ne yapalım, edelim AYM’nin bu anlamsız yasağını bertaraf edelim” diyerek fikir üretmeye çalışıyor. Cumhuriyet Başsavcısı ise, “suç isnat eden bir savcı” gibi durmuyor, savcılık yapmakla yetinmiyor. Sert hatırlatmalarla, hakim rolüne soyunuyor. Aslında yetkileri belli. Partiler için kapatma dâvâsı açabilir, yüksek bürokrat ve siyasîleri de Yüce Divan’a verebilir. Yani Başsavcının, bu konuda çıkarılacak bir yönetmeliğin iptali için Danıştay’a dâvâ açma yetkisi de yok, bir kanunun anayasaya aykırılığını AYM önüne götürme yetkisi de yok. Meclis anlaşır ve dâvâ açan olmazsa ne hakime ihtiyaç kalır, ne AYM’ne ve ne de başsavcıya. Ama Başsavcı bunları bile bile, yazarak konuşuyor ve önceki “eski” AYM kararlarını hatırlatıp ihtar ederek muhtıra veriyor. Muhtıra kime? Basına bakılırsa, Başsavcı sadece AKP’ye değil, konuyla ilgilenen tüm diğer partilere ve özellikle CHP’ye de muhtıra vermiş. Ama bence eğer bu muhtıra ise—ki bence daha da ağır—asıl hedefi başka. Doğrudan AYM’nin kendisi. Zira bu açıklama ile Başsavcı Yeni AYM’ye, hem de yeni üyelerle, iki buçuk yıl önceki ve yirmi yıl önceki laiklik içtihadıyla aynı yönde bir laiklik içtihadı yapmasını adeta “emrediyor”. AYM’nin aynı yönde içtihat yapacağını “varsaymakla” yetinse mesele yok. Ama hayır. Bunun kesinlikle böyle olduğunu, olacağını ya da olması gerektiğini söylüyor. Peki, ya mahkeme kararlarının içtihat niteliği? Malum, içtihat da bir tür kuraldır ve her kural, onu koyan tarafından değiştirilebilir. Sadece ölüler, içtihatlarını değiştiremez. Zira artık ölmüşlerdir. Onların yerine gelen ise dilerse, elbette değiştirir. İşte, Başsavcı, açıklamasında “değişmez madde”lere atıf yapmakla, aslında “ölümsüz” “madde”lere atıf yapıyor. Oysa, … ölümsüz maddeler denilen maddelerin dahi dört hali ve “dört devresi” var. Ve artık millet uyandı, dördüncü devreyi oynuyor. Elhasıl, Başsavcı sadece “iddia makamında”dır, AYM’ye ne karar vereceğini söylemeye kalkışmakla, en hafifinden, haddini aşmıştır. Başsavcı, herhalde “savcı”lığa eskiden müdde-i umumîlik dendiğini ve bunun da “umumun iddiacılığı” ya da “umum adına iddiacı”lık mânâsına geldiğini biliyordur. Ama kendisi, adlî temsil ile görevli olduğu milletin umumî iradesini sineye çekmeye hazır değil gibi. O halde bir ay önceki gibi soralım: “Kim” adına müddeîdir? Cumhuriyet adına mı? Cevabı, “Evet” ise bir soru daha: Başsavcının cumhuriyeti cumhursuz mudur? 26.10.2010 E-Posta: [email protected] |