Ahmet DURSUN |
|
İlelebet yaşayacak cumhuriyet |
Bir fazilet rejimi olarak tarif edilen Cumhuriyet, seksen yedinci yılına önemli tartışmalar eşliğinde giriyor. Kanıyla canıyla savunduğu ülkesinin idaresini kendisine teslim eden cumhuruna arkasını dönerek Cumhuriyet projesini hayata geçiren kurucu iradenin ulus-devlet ve laiklik temellerine oturtmaya çalıştığı Cumhuriyetle ilgili sorulması gereken bazı temel sorular vardır. Bu soruların -gocunmadan, gücenmeden- hakkı teslim etme çabasıyla cevap bulması huzur iklimlerinin de ilk adımı olacaktır. “Cumhuriyet mi faziletli insanı doğurur, faziletli insanlar mı cumhuriyeti inşa eder?” sorusu, üzerinde yaşadığımız toprakların hangi sistemle yönetilirse yönetilsin fazıl bir cumhur olmadan huzura kavuşamayacağı ile ilgilidir. O halde kanını, canını, malını ve ömrünü bu ülke için feda eden fazıl insanların kurucu irade tarafından neden yok sayıldığı, bununla neyin amaçlandığı pratik uygulamalarla anlaşılmış olsa da, cevaplanması ve ders çıkarılması gereken bir sorudur. Zira, “Oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın” öğüdüne ram olmak için Şeyh Edebali’nin önünde diz çöken Osman Gazi’ye fazıl imparatorluğun yolunu açan anlayışın temelleri ruh güzelliğinin yansıması olan faziletle bezenmiş insanlarla atılmıştır. İslâm ahlâkından beslenen bu anlayış, herkese iyilik yapmayı ve adaletli davranmayı insan olmanın gereği sayan insanların yaşadığı huzur toplumlarını da beraberinde getirmiştir. Bundan yoksunluk ise acı çöküşlerin, kopuşların, yozlaşmaların ve yok oluşların başlangıcı olmuştur. Bugünkü fotoğraf bundan ibarettir. O halde “Fazilet hissi insanlarda, Allah korkusundandır” mısraında kendini bulan anlayışın, bütün rejim tartışmalarını ve arayışlarını ortadan kaldırarak huzur tohumlarını ekebileceği göz ardı edilmemelidir. Can alıcı diğer bir soru; Cumhuriyet projesinin dayandığı entelektüel zeminin beslendiği kaynakların ne olduğu ile ilgilidir. Bu kaynaklarda ısrarlı olunup olunmayacağı hususu son derece önemlidir. Koskoca bir imparatorluğun çöküşünü hızlandıran sefihliğin taklit edildiği Batı medeniyetinin sefih unsurları, kurucu iradenin çağdaşlık algısıdır. Bu algı, öz değerlerden uzaklaşmayı, kendi değerlerini reddetmeyi beraberinde getirmiştir. Bugün iki medeniyet arasında eşikte gezinen bir milletin bu dualiteden nasıl kurtulacağı sorusu, topyekûn bir öze dönüş hareketinin de nasıl gerçekleştirileceği ile ilgilidir. Bu bağlamda bir cumhuriyet denemesi olarak sayılabilecek Meşrûtiyet’e din adına sahip çıkan ve gerçek cumhuriyetin nasıl olması gerektiği dersini veren Bediüzzaman’ın ombudsmanlığı önerilebilir. Batı medeniyeti ile Kur’ân medeniyetinin ayrılma ve birleşme noktalarını çok iyi tesbit ve tahlil eden Bediüzzaman’ın yol haritası, ilelebet yaşatılacak bir cumhuriyetin de anahtarıdır. Buna yanaşmayanlar şu soruyu da cevaplamalıdırlar: Din dışılığa yaslanan katı bir laiklikle birlikte, milliyetçilik ve Atatürkçülük gibi ideolojik yaklaşımlarla inşa edilen cumhuriyet; bu zihniyetin uyguladığı projelerle nasıl bir başarı elde etmiştir? On yılda on milyon genç yaratma iddiasıyla yola çıkanlar, mukaddesata sırtını dönenler, sık sık “cumhuriyetin kazanımları”ndan söz edenler, seksen yedi yıllık sergüzeştin genel manzarasından memnun mudurlar? Değerlerini yitirmiş kaybedilmiş nesiller, ahlâkî yozlaşmayla birlikte gelen kokuşmalar, her alanda yaşanan yozlaşmalar, hayat gayesini unutmuş insan tipleri, çılgınlıklar, cinnetler, anarşik ruh halleri… çözülemeyen Kürt sorunu karşısında bölünme tehlikesi, etnik tartışmalar, tartışılan kurumlar, tartışılan bir cumhuriyet… Bediüzzaman’ın yol göstericiliğini kabul etmeyenler hiç olmazsa şunu anlamalıdırlar: “Adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet” temellerine dayanan bir cumhuriyet ve milletin hissiyatına ve değerlerine sahip çıkan “toplumsal sözleşmeler”i imzalayacak bir meclis; ancak bu değerleri içselleştiren bir insan tipiyle mümkün olabilecektir. Bu yoksa, cumhuriyetimiz de şekil ve resimden ibaret kalmaya mahkûmdur. 28.10.2010 E-Posta: [email protected] |