Anayasa Mahkemesinin AKP, MHP ve DTP’li 411 milletvekilinin oyuyla Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yaptığı değişikliğini iptal etmesinin ardından demokrasi, insan hakları, din ve vicdan hürriyetine sahip çıkmak isteyen sivil toplum kuruluşları bir araya gelip, güç birliği yapıyorlar. Hedef demokrasiye sahip çıkmak.
Karar çok sert şekilde eleştirildi, eleştiriliyor. Tartışmalarda kimileri kararın yok hükmünde sayılmasını, kimileri Anayasa Mahkemesinin anayasayı ihlâl ettiğini, kimileri, yargı darbesi olduğunu, kimileri de bu karardan sonra demokrasinin yara aldığını söyledi.
MHP Lideri Bahçeli’nin “Siyaset kurumunun en önemli ve en acil görevi, demokrasiyi içine girdiği darboğazdan çıkarmak,” Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun “Millî iradenin tecelli ettiği Meclis iradesini dahi hiçe sayan bu karar Türk demokrasisini askıya alma yolunu açmıştır” sözlerinin ardından AB’nin de Türkiye’yi bu kararlardan sonra “ikinci sınıf demokrasi listesi”ne alacağını gündeme getirmesi demokrasimizin durumunu gösterdi.
İşte bu aşamada hem Türkiye genelinde hem de Ankara’da sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek demokrasiye, millî iradeye sahip çıkmak adına platformlar oluşturdu. STK’lar demokrasiye sahip çıktıklarını basın açıklamaları ve eylemlerle göstermeye çalışıyorlar.
Birçok sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu “Ortak Akıl Hareketi”, özgürlüklerin zihniyet zemini olarak işleyen demokrasi olarak gösterirken, özgürlüklerin demokrasi ile birlikte yaşayamayabileceğine vurgu yapıyorlar.
Bir diğer platform da 70’in üzerinde sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu “Ankara Sivil Toplum Platformu.” Platform geçtiğimiz günlerde Memur-Sen İl Başkanı Mustafa Kır’ın başkanlığında Ankara’da toplanarak bir bildiri hazırlayıp kamuoyuna açıkladı.
Platformun bildirisindeki şu tesbit ilgi çekiciydi: “Hoşgörü ve uzlaşma kültürünün yaygınlaştığı ülkemizde başı örtülüsü ve başı açığı ile, inananı ve inanmayanı ile, birbirini anlayan ve birbirini dinleyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasına fitne tohumu saçarak, bulanık suda balık avlamaya çalışılıyor…”
Bildiride ilginç bir yorum daha göze çarptı. “Bu karar dinî bir karardır…” Son kararın siyasî olduğunu, hukukî olmadığını söyleyenler oldu ama hiç dinî bir karar olduğunu söyleyen olmamıştı. Platform bunu söylerken, gerekçesini de şöyle açıkladı. “Yargıçlar mahkemelerde kendi alanı dışındaki konularda bilirkişilerin görüşünü almaya özen gösterirken dinî ilgilendiren bir konuda bilirkişi arama ihtiyacı duymamışlardır.” Gerçekten de Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Başörtüsü Allah’ın emridir” kararı göz önüne alındığında Mahkemenin “bilirkişi” olarak bu kurula bunu sorması gerekmez miydi?
Bütün bunlardan sonra özetle şunları söyleyebiliriz: Gün demokrasiye, millî iradeye, kişi hak ve hürriyetlerine, din ve vicdan özgürlüğüne sahip çıkma günüdür. Millî iradeye ve demokrasiye inanmayanların, hep vesayet altında yaşamak isteyenlere sözümüz yok. Ancak demokrasiye inanan herkesin demokrasi de “geriye dönüş” olmaması için elinden geleni yapma günüdür. Demokrasiyi askıya alma çalışmalarına karşı dik durma günüdür. Burada başlıca görev de, siyasetçilere, dolayısıyla Meclis’e düşüyor.
Demokrasiyi daha ileri seviyelere getirmenin çaresi de yeni, özgürlükçü, sivil, demokrat yeni bir anayasadır. Bunun için de irade ve cesaret gösterilmelidir.
14.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|