Ben de birçokları gibi Ali Bulaç’ın Sabah gazetesinden Ecevit Kılıç’a konuşmasını okuyunca neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Yadırgadım ve birçok cihetle hayret ettim. Bir fikir adamının tevriye yaptığını ve fikirlerini, sosyolojik analizlerle ambalajlayarak sunduğunu veya kaçamak bir şekilde ifade ettiğini gördüm. Sanki söylemek istediklerini sosyolojik analizlerin arkasına sığınarak söylemek istiyor gibi bir hava sezdim.
Yanılmadığımı umarım. En azından bana öyle geldi. Son sıralarda kimileri Fethullah Hoca ile Ayetullah Humeyni arasında bir benzerlik ve köprü kurmaya çalışırken, kimileri de Gülen-Erdoğan tezadı inşa etmeye çalışıyor. İkisi arasına rekabetten söz ediliyor hatta birisinin diğerini tasfiyeye niyetli olduğu yorumları yapılıyor. Halbuki, mutlak olmasa bile bir tezattan bahsedilecekse Gülen ile Humeyni arasında bir tezattan ve bir tenasüpten bahsedilecekse Gülen ile Erdoğan arasında bir tenasüp veya uyumdan söz edilebilir. Bununla birlikte, konjonktürel nedenlerle Erdoğan’ın Gülen’in dönmesine sıcak bakmaması, aralarında bir tezat olduğunu da göstermez. Bu ortamda Hocaefendi’nin dönüşünün en azından mevcut hükümetin işini zorlaştırabileceği söylenebilir. Sanki Ali Bulaç’ın analizi, Gülen ile Erdoğan arasında bir rekabet veya en azından bir tezat varmış havasını güçlendiren bir yaklaşımı içeriyor.
Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatma ihtimaline karşı yargının Fethullah Gülen Hocaefendi’yi beraat ettirmesinin tepkileri azaltacağını ve yargıya güveni arttıracağını söylemiştir. Burada ‘Hangi yargıya?’ diye sormak iktiza eder. Zira, Ergenekon operasyonunu sürdüren savcı hakkında kimi CHP’liler (Mustafa Özyürek gibi) ‘eşkıya’ tabirini kullanmaktadır. Yargı ancak yandaş bir işlev icra ettiğinde taraflar nezdinde veya onların nazarında meşruiyet kazanabilmektedir. Dolayısıyla bu bölünmenin eşliğinde yargının Hocaefendi hadisesinde ancak subjektif olarak saygınlık kazanabileceği söylenebilir. Ama objektif şatlarda bunu söylememizin imkânı yok.
CHP’ye göre, AKP’yi kapatacak olan yargı kutsaldır ve saygındır, ama Ergenekon operasyonunu yürüten savcı ya eşkiyadır ya da Erdoğan’ın iradesine ram olmuş ve şahsî hesaplaşmasına alet olmuştur.
***
Meseleyi derinlemesine analiz edebilmek için Ali Bulaç’ın Hocaefendi ve çevresiyle ilişkilerine bakmak lâzım. İkinci kademede de bakılması gereken nokta yine Ali Bulaç’ın Erdoğan’la önceki dönemlerden kalma ilişkisi. Ancak bu zeminden mezkur analiz daha iyi analiz edilebilir.
İstanbul Belediye Başkanı iken Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazanlardan birisi de Ali Bulaç idi. En azından bu hususta katkıları vardı. Ama zamanla nedense Turan Çömez gibi, tarafların yolları ayrıldı. Bunda bir taraf hatalı olabileceği gibi iki taraf da hatalı olabilir. En azından 10 yıldan beridir de Ali Bulaç, Hocaefendi’ye yakın çevrelerin yörüngesinde veya feleğinde deveran etmektedir.
Görünür yönüyle Tayyip Bey feleğinden başka bir feleğin yörüngesine oturmuştur. Bununla birlikte, Hocaefendi’nin beraatinden sonra onun sözcüsü gibi sivrilmesi hakikaten de birçok çevrede şaşkınlık meydana getirdi. Hüseyin Gülerce bu defa nedense geç kalmış, ama sonra istidrakle durumu toparlamaya çalışmıştır. Bu manipülatif bir sözcülük müydü? Bu hususta Ahmet Taşgetiren’le birlikte aynı gün Ergun Babahan da şöyle yazacaktı: “Ali Bulaç’a gelince. Fethullah Gülen cemaati adına konuşmaya ne kadar ehil, ne kadar yetkili bilmiyorum. Ama düşünce tarzının yanlış olduğunu artık biliyorum. Parti kapatılması olayına cemaat ilişkileri açısından bakmanın yanlışlığı bu olayda apaçık ortada. Anayasa Mahkemesi önündeki bir olaya ‘Hocaefendi ceza almadı. AK Parti kapatılsa bile tepki almaz’ demek, demokratik bir tutum değildir. Bu kamuoyunda çok yanlış anlamalara yol açabilecek talihsiz bir değerlendirmedir ve hukuk açısından kabul edilemeyecek bir yaklaşımdır…”
Ali Bulaç’ın sözcülüğüne gelecek olursak; bu noktada bir boşluğun olduğu açık. Bununla birlikte, Bulaç’ın sözcülüğü de hepten temelsiz değildir. Son yıllarda hocaefendi hakkında sosyolojik analiz yapan ve bunu kitaplaştıran ender simalardan birisidir. Ahmet Taşgetiren, kastetmemiş olsa bile Ali Bulaç’ın sözlerinden dolaylı olarak AKP’nin kapatılmasını onaylamak veya cesaretlendirmek anlamı çıkarılabileceğini ifade etmektedir.
Ali Bulaç’ın gayri maksut benzeri sabık katkılarından birisi de ya Refah ya da Fazilet partilerinden birisinin kapatılması sürecinde yazılarının yargı tarafından delil olarak alınması ve iddianamede ibraz edilmesidir. Daha doğrusu Bulaç’ın Bernard Lewis’in ‘İslâmın Siyasi Dili’ adlı kitabından yaptığı bir alıntı ve iktibas kapatma dâvâsına gerekçe yapılmıştır. Elbette bunda Ali Bulaç’ın bir dahli ve kastı yoktur. Ama sonuçta kaderin bir cilvesidir. El Cezire’nin ifadesiyle ‘kapatılmış partiler mezarlığı’ olan Türkiye’de kapatmalara sosyolojik analizlerin de böyle mütevazi katkıları olabiliyor. Burada yargıyı kutlamak seçmece bir yaklaşımdır ve cüzi adaletle külli adaleti vurmak ve gölgelemektir.
Sonuç olarak pragmatik ve pratik beraberliklerin böyle umulmayan ve beklenmeyen sonuçları alabiliyor.
Gerçek beraberlik odur ki, yakınında olduğunda ikaz etsin, uzak düştüğünde de hukukunu korusun. Bu kalıba girmeyen ilişkiler dinî görüntü altında bile olsa pragmatik ilişkilerdir.
Samimi ilişki türüne tahammül edemeyenler eninde sonunda ötekisinin ceremesini çekerler veya sonuçlarına katlanırlar. Velev bade hin.
Hepsinin bir bedeli var.
03.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|