Tanzimat’la birlikte başımıza gelen musibetlerin büyüklerinden birisi (belki de en büyüğü) kadim şuubiye taunu ve belâsıdır. Bu belâ yüzünden imparatorluğu toprağa verdik. Onunla birlikte, Müslüman toplumları da yele verdik ve savurduk. Bu belâ bir virüs olduğu gibi bu virüse yakalanan kimi milliyetçi ve kavmiyetçi liderler ve aktörler de vardı. Osmanlı’nın yıkılmasının ardından her biri ayrı bir yana savruldu. İşte Aziz Ali el Masri Paşa bunlardan sadece birisidir. İttihatçı maarif vekillerinden Sati Husri de bunlardandır.
Kendisine ikinci İbni Haldun denmiştir. Osmanlı’dan sonra onun parçalarında da aynı menhus görevini icra etmiştir. Kâh Irak Kralı Faysal’ın, kâh Nasır’ın çevresinde ve sofrasında görmekteyiz onu. Nuri Said Paşa da bir başka Aziz Ali el Masri Paşa’dır. Geçenlerde 14 Haziran (2008) tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan ‘Arapsaçı Osmanlı’ya pahalıya patlamıştı’ haberi ve muhtevası bu unutulan yüzleri gündeme getirdi ve bana benzeri aktörleri hatırlattı.
Bunlardan birisi de Molla Mustafa Barzani’dir. Barzani çıkışı bütünleşmekte değil ikinci Babil devrini andıran Fransız Devriminden itibaren çözümü çözümsüzlükte ve parçalanmakta arayan rical arasındadır. Gerekçesi de muktezayı halin ve modanın böyle olmasıdır.
Onu 1947 yılında Mehabat Kürt Devleti’nin genelkurmayında görmekteyiz.
Ardından da kendisi ve oğulları bu projenin ölmesinden sonra benzerini Irak’ta; doğdukları topraklarda uygulamak istemişlerdir. Onda da hüsran üstüne hüsran yaşamışlardır. Lâkin Napolyon’un başlattığı meş’um çığırın izleyicilerinden olan Churchill ve onun da izleyicisi olan oğul Bush devrinde emellerinin bir kısmına nail olmuşlardır.
***
Türkiye’de tarihçilerin bile bilmedikleri Aziz Ali el Masri Paşa, Arap Türk ayrışmasında kritik roller oynamış bir adamdır. Kendisi Türk İttihatçılığına karşıdır ama yapa yapa onun bir taklidi olan Arap İttihatçılığını gerçekleştirmiştir. Bu Muhammed Haseneyn Heykel gibilerin tarih yorumlarıyla da sabittir. Modelleri aynıdır bundan dolayı zıt kardeşlerdir. Aynen Bush ile Ahmedinejad benzerliğinde olduğu gibi. Bu tozlu yaprakların arasında kalmış şuubiye ve aktörleri meselesini Hürriyet gazetesi sözkonusu haberiyle güncelleştirmiş oldu. Meseleyi oradan biraz takip ettikten sonra kendi hükmümüzü verelim: “Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, Arap Ekonomi Forumu’nda, konukların Arap olduğunu unutup, “İşler Arap saçına döndü” demesi, tarihten bir meseleyi de akıllara getirdi. Arap milliyetçilerin Birinci Dünya Savaşı’nda çıkardıkları isyanın gerekçelerinden biri, Osmanlılar’ın ‘Arapsaçı’ deyimiydi. Arap milliyetçilerin kanını beynine sıçratan Osmanlı deyimlerinden diğeri de, “Ne Arabın yüzü, ne Şam’ın şekeri”ydi. Bir Arap olan Aziz El Masri, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Ordusu’nda görevli bir subaydı. Masri’nin bir diğer özelliği de, Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’na sokan Enver Paşa’nın Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşı olmasıydı. Enver ve Talat Paşa’yla İttihat ve Terakki’nin en güçlü 3 adamından olan ve Birinci Dünya Savaşı’nda 4. Ordu Komutanı olan Cemal Paşa’nın Çağdaş Yayınları’ndan Nisan 1977’de çıkan “Hatıralar, İttihat ve Terakki, 1. Dünya Savaşı Anıları” adlı eserinde yazdığına göre, Aziz El Masri bir Arap milliyetçisiydi. Cemal Paşa, Aziz Bey’i, 1904’te stajyer yüzbaşı olduğu dönemden tanıyordu. Hareket Ordusu’nda da görev alan Aziz Bey’le bir gün rastlaşıp konuşurlarken, Cemal Paşa, Osmanlı birliği ve hilâfeti için Arap milliyetçilik akımının tehlikelerinden bahsediyordu.
KÖPEKLERE BİLE ARAP DEDİNİZ
Aziz Bey’in yüzü birden değişti. Soğuk bir tavırla: “Arapların, yerden göğe kadar hakları var. Siz Türkler, biz Araplar hakkında şimdiye kadar imhadan, tahkirden, tezyiften başka ne yaptınız ki, şimdi bizden dostça muamele bekliyorsunuz. Unutuyor musunuz ki, İstanbul’da köpekleri çağırmak için “Arap!.... Arap!... Arap!...” dersiniz. En muğlak meseleleri izah için “Arap saçı gibi” dersiniz, “Ne Arabın yüzü! Ne Şam’ın şekeri!” tabiri daima kullandığınız sözlerdendir. (...) Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Bağdat ve umumiyetle Irak bölgesinin yıkıcısı Hülagu’nun neslinden bir ahlâksız Tatarı, Şam Ordusu’na müşir (mareşal) tayin ettiniz. Arapların Tatarlar aleyhindeki hislerini ve kinini bilmez değilsiniz. Hâl böyle iken Osman Paşa’yı 5. Ordu Müdürlüğü’ne göndermek, Arapları aşağılamaktan başka bir amaç taşıyamaz”, dedi.
OSMANLI'DAN, İSYANCILARA GEÇTİ
Cemal Paşa, Aziz Bey’i dinledikten sonra Anadolu Türklerinin Araplar hakkındaki büyük hürmetinden bahsederek, her birisi kim bilir ne gibi hadiseler tesiriyle halk dilinde küçük düşürülmüş olmaktan başka bir mahiyete haiz olmayan bu sözleri dikkate almanın, İslâm âlemi için telâfisi imkânsız bir felâkete sebep olabileceğini söyledi. Aziz Bey, bir süre sonra patlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya ihanet eden Mekke Şerifi Hüseyin’in birliklerine karıştı. Aziz El Masri, Şerif Hüseyin’in isyanına yardım ettikten sonra, İbni Suud’un Hicaz Krallığı’nı yıkmasından sonra Mısır’a kaçtı. Mısır’da Arap milliyetçileri arasında saygın bir yer edindi. Mısır Ordusu’na girerek, ordunun modernleştirilmesine çalıştı. Mısır Ordusu’nda Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükseldi.”
***
Hürriyet kariyerini eksik bırakmış. En bariz sıfatı ve özelliği Hür Subaylar’ı yetiştirmiş olmasıdır. 1952 Hür Subaylar Darbesi onun mimarlığını yaptığı İttihatçı gelenek üzerine yapılmış bir darbedir. Bunu Enver Sedat gibiler de hatıratında itiraf etmişlerdir. Kimilerine göre (Muhammed Harp), Aziz Ali el Masri’nin kanında Şevki’nin kanında olduğu gibi Çerkezlik de vardır. Bu detay sabit olsa bile pek önemli değildir. Önemli olan Molla Barzani’den Aziz Ali E Masri’ye kadar bir sürü çağdaş liderin geçmişinde şuubiye gölgesinin ve kalıntısının bulunmasıdır.
18.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|