Faruk ÇAKIR |
|
Her adımda tehlike |
Sadece Türkiye’yi değil, dünyayı da kurtarmaya çalıştığımız için; bazen en yakınlarımızı, bazen de kendimizi kaybediyoruz. Sarsıcı olan gerçek, bütün bu kayıpların farkına da varamıyoruz. Risâle-i Nur eserlerinde bahsedilen ve kulağımıza küpe olması gereken tesbitlerden biri de “Dördüncü Mesele”de anlatılır. Bediüzzaman’a “(Devam eden) Dünya Savaşından daha önemli bir hadise mi var ki, bu konularla hiç ilgilenmiyorsun?” anlamında bir soru sorulur. Bu soruya verilen uzun cevap şöyle özetlenebilir: “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çok çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, (...) dâireler var. Herbir dâirede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dâirede, en büyük ve ehemmiyetli ve dâimi vazife var. (...) Fakat büyük dâirenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyâni ve âfâki işlerle meşgul eder. Sermâye-i hayatını boş yerde imha eder. (...) Evet, bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise (...) herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâva açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvayı kazanmak için bilâtereddüd sarfedecek. Herkesin, îman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve dâimi bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvası başına açılmış.” (Asa-yı Musa, s. 20) İşte biz, ‘dünyayı kurtarmaya çalışırken’, önümüzdeki asıl tehlikeyi görmüyoruz, göremiyoruz. Dizilerle, siyasî tartışmalarla, lüzumsuz işlerle muşgul olurken, çoğu zaman evlâtlarımız yanıyor; farkına varamıyoruz. Biz ve elbette aile fertlerimiz için dünya savaşlarından daha önemli olan ‘imanı kazanma ve kaybetme dâvâsı’nı nasıl unuturuz? Kaybettiğimizin ‘ebedî bir hayat’ olduğunu nasıl akıllardan çıkarabiliriz? Bu ihtimal ve tehlike karşısında nasıl titremeyiz, nasıl çarelere sarılmayız? Çok sık tekrar eden hadiselere rağmen kalıcı olarak gündemimize yerleşemeyen bir konu var: Çocuklarımız tehlikede! Hem de çok ciddî tehlikede! Hiç birimiz kendimizi garantide görmeyelim ve her türlü insî ve cinnî tehlike ve tehditlere karşı Rabbimize duâ edelim. Bir iki gün önce yine böyle sarsıcı bir hadise yaşandı. Bir genç kızın cesedi bir binanın boşluğunda bulundu. Bazı kişiler gözaltına alındı, ama hadise hâlâ çözülebilmiş değil. Velev ki, bu hadise palisiye olay olarak çözülmüş ve katiller bulunmuş olsun. Bu durumda tehlikeyi savmış olabilir miyiz? Vefat eden kızın ‘acılı baba’sı şöyle konuşmuş: “Türk milletine sesleniyorum, erkek çocuklarının içine biraz Allah korsusu versinler. Kız çocukların daha akıllı mantıklı olduğunu düşünüyorum. Fakat erkek çocukları nasıl yaşıyorlar. Acım çok büyük.” (Bugün, 30 Eylül 2010) Acılı baba haklı, ama tehlikede olan ya da merak etmemiz gereken sadece erkek çocuklarımız değil. Küçük, büyük bütün çocuklarımız ve biz tehlikedeyiz. “Nasıl yaşıyorlar?” sorusu hepimize sorulmuş bir sorudur ve keşke bu soruya “Sünnet-i seniyyeye uygun yaşıyorlar, yaşıyoruz” diye cevap verebilsek. Şunu bilelim ki “İslâm’a uygun şekilde yaşıyorlar, yaşıyoruz” diye cevap veremediğimiz sürece tehlikeyi savmış olamayız. Lütfen gerçek tehlikenin farkına varalım ve tam bir teslimiyet ile Allah’a sığınalım... 01.10.2010 E-Posta: [email protected] |