Basından Seçmeler |
Yeni anayasa ve 7 temel konu
Türkİye çok uzun olmayan bir vadede 12 Eylül Kenan Evren Anayasası ile otuz senedir yönetiliyor olma utancından kurtulacak; önümüzdeki bir ya da iki sene içinde muhtemelen yepyeni bir sivil anayasaya ilk kez kavuşacağız. Bu süreçte tüm yurttaşların, kurumların, sivil toplum kuruluşlarının canlı, yapıcı bir tartışmanın unsurları olması en büyük dileğimiz. Bendeniz de bu sürece, elimden geldiği ölçüde, karınca kararınca, önerilerimle katılmaya çalışacağım; kanımca, yapılması gereken ilk iş, detaylara girmeden önce, genel prensipler düzeyinde herkesin önerilerini havuza atması. Bu yazımda ben de, çok önemsediğim yedi ilkeyi, anayasal sürecin olmaz ise olmazları olarak gördüğüm yedi prensibi okurlarla paylaşmak istiyorum. 1- Anayasal vatandaşlık: Devlet, vatandaşın etnik kökeni konusunda mutlak bir körlük içinde olmalıdır. Bazı hukukçu arkadaşların mevcut sistemin zaten böyle olduğunu söylemesi gerçekten çok komiktir. 1982 Anayasası’nın 66. maddesi vatandaşın sıfatını belirlemekte ve “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” gibi hem anlamsız, hem gereksiz bir tanımlama yapmaktadır. Yapılması gereken ilk iş, bu maddeye “Türkiyelilik” gibi zorlama bir tanım koymak yerine 66. maddeyi tümüyle anayasadan çıkarmaktan geçmektedir. Türkiye Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes yurttaşımızdır ve bu yurttaşa anayasal bir sıfat takmak gerekmemektedir. ABD, Fransa gibi devletlerin anayasalarında bizim 66. madde muadili bir madde yer almamaktadır. Tüm yurttaşlar, hukuken Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıdır, kendilerini de istedikleri gibi tanımlarlar, kendilerini Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum, Yahudi, vs. olarak tanımlayabilirler, bu son tanımlama devletin ilgi alanına girmez. Bu muhtemel düzenleme terminolojik olarak başka alanlara da yaygınlaştırılmalıdır. 2- Laiklik ilkesi: Devlet vatandaşın etnik kökenine olduğu kadar inancı, inançsızlığı konularında da kör olmalıdır. (...) 3- Savunma kamu hizmeti: Kamu hizmetleri arasında hiyerarşik bir önem sıralaması yapmak çağdaş devletlerin işi değildir; bu bağlamda yeni anayasada savunma ve güvenlik kamu hizmetine tanınan özel, ayrıcalıklı yer kaldırılmalı, savunmanın da ancak adalet, eğitim, sağlık kadar önemli olabileceği gerçeği ve ilkesi kabul edilmelidir. Mevcut Anayasa’nın 117. tuhaf maddesi bir kamu hizmetinin (savunma) başının kime bağlı olduğunun bile belirlenemediği bir maddedir ve bu anlayış mutlaka aşılmalı, Genelkurmay Başkanı tüm medeni ülkelerde olduğu gibi Savunma Bakanı’na bağlanmalıdır. Bir kamu hizmetinin diğerinden daha önemli olmadığı, anayasada önceliği olamayacağı çağdaş devlet yapılanmalarının özüdür. 4- Resmî ideoloji meselesi: Anayasalarda, alternatifi de meşru olabilecek ideolojilere gönderme yapılamaz; oysa 1982 Anayasası Atatürkçülük ideolojisine, Atatürk ilke ve inkılapları ya da Atatürk milliyetçiliği gibi tanımlamalarla doğrudan gönderme yapmakta ve devlet sisteminin özüne bir ideolojiyi yerleştirmektedir. Atatürkçülük de, örneğin, alternatifleri olarak tanımlanabilecek liberalizm, sosyalizm gibi meşru ama yarışmacı bir ideolojidir ve bir devletin değil, bir siyasal partinin, bir derneğin ideolojisidir. Çağdaş anayasalar ancak alternatifi meşru olamayacak ideolojilere, mesela insan hakları gibi ideolojilere gönderme yapabilirler. Atatürkçülük ideolojisine Anayasa’da, yasalarda mevcut göndermeler çıkarılmalıdır; Atatürkçülüğün bir ideoloji olmadığını da söylemek Atatürkçülüğe bir suçlamadır zira ideoloji demek içsel tutarlılığı haiz, sistematik fikirler bütünü demektir. 5- Uluslararası sözleşmeler: Yeni anayasanın başlangıç maddelerinden biri de, anayasa maddelerinin mesela Anayasa Mahkemesi tarafından yorumlanması sürecinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ve AİHM içtihadının temel alınması mecburiyetini içermelidir. Başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, anayasa maddeleri yorumlanırken, kurucu ideoloji gibi kavramlar değil, uluslararası sözleşmeler, başta da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM içtihadı temel alınmalıdır. (İspanya Anayasası, 10. madde) 2004 senesinde Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan iyileştirme AİHS ilkelerinin anayasa maddeleri yorumlanırken temel alınması ilkesinin getirilmesi ile taçlandırılmalıdır. 6- İdari yapı: Yeni anayasada yasama tekelinin TBMM’de olduğu anlayışı yeniden ele alınmalı, yerel vergilerin yerel meclisler tarafından yasalaştırılabileceği ilkesi adem-i merkeziyetçi bir yönetim alternatifinin gereği olarak anayasal bir güvenceye kavuşturulmalıdır. Edirne’den Hakkâri’ye kadar yerel vergilerin yerel meclisler tarafından salınabilmesi hem mali sistemimizin etkinliği hem de demokrasi açısından çok temel bir ihtiyaçtır. Diyarbakır Belediyesi’nin yerel vergileri kendisinin kanunileştirmesinin ülkenin toprak bütünlüğü ile alakasının olamayacağı gerçeği iyi görülmeli, anlaşılmalıdır. 7- Anayasal mali kural: Uygulanması ertelenen mali kural ilkesinin yeni anayasada basitleştirilerek bir anayasal kurala dönüştürülmesi ekonomik ve mali istikrarın kalıcılığı konusunda çok önemli bir rol oynayacaktır. AB üyeliği ya da “Ekonomik ve parasal birlik” dosyasının müzakereye açılması ve sonuçlanması durumunda zaten benzer bir sürecin devreye gireceği iyi bilinmelidir. Mali istikrar sürdürülebilir ve kalıcı büyümenin en önemli şartıdır. Mali istikrarın temeli olan bütçe açıklarının milli gelire oranı meselesi bir anayasal ilkeye dönüştürülmelidir. Bu yazımda yeni anayasal süreçte yaşamsal gördüğüm yedi ilkeyi okurlarla paylaşmak istedim. Bu çabanın eksiği, fazlası mutlaka vardır. Herkesin benzer bir çabayı yeni süreçte göstermesinin ülkemizin geleceği için çok faydalı olacağı kanısındayım.
Eser Karakaş Zaman, 30.9.2010 |
01.10.2010 |
Başörtüsü ve anayasa
Oyuna gelmeyelim, bir akrep deliğinden elimizi ikinci kez sokturmak akıl kârı değildir. Eğer anayasanın bütünü değişmeden yine bir başörtüsü yasağını kaldırma düzenlemesi yapılırsa iş -daha önce birkaç kere olduğu gibi- biraz daha çıkmaza girer. Belki de bu isteniyor! Başörtüsü yasağını getiren kararların gerekçelerine bakıldığında konu dönüp dolaşıp halihazırdaki laiklik anlayış ve uygulamasına geliyor. Buna göre laik ülke din özgürlüğünü genişletmek için bir düzenleme yapar, bir karar alırsa laikliğe aykırı oluyor. Bu laikçi anlayışa göre “din özgürlüğü, belli bir dini yaşayanlara değil, ona muhalefet eden azınlığa öncelik veriyor ve öncelikle onların hakkını koruyor”. Bu laikçilere göre kamusal alanda baş örtmek (ferdi olarak bile dini uygulamak) devletin düzenini dine dayandırmak oluyor. İşte bu anlayış ve buna dayanak olan mevcut anayasa maddeleri ortadan kalkmadıkça başörtüsü konusu çözümlenemez. Ana muhalefet partisinin, devlette hizmet verene başörtüsünü yasaklamak, hizmet alana serbest bırakmak” şeklindeki çözümü, “başın önünü biraz açarak ve örtünün uçlarını çene altından bağlayarak problemi çözmek” gibi bir yandan cehalete dayanırken, öte yandan -muhtemelen- Müslümanlarla alay etme mahiyetinde olan teklifleri ciddiye alınamaz. Beyler dinde pazarlık olmaz, dini Müslümanlar koymadı ki, onlarla pazarlık ediyorsunuz! Eğer din özgürlüğünü tanımada samimi iseniz dindara sorarsınız, o nasıl inanıyor ve nasıl tatmin oluyorsa ona izin ve imkan verirsiniz; işte çözüm öyle olur.
Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 30.9.2010 |
01.10.2010 |