Faruk ÇAKIR |
|
Sermayeyi kumara vermek |
En zararlı alışkanlıkların devlet eliyle teşvik edildiğini görmek, insanı gerçekten üzüyor. Bu alışkanlıkların teşvik edilmesiyle güya devlet ‘para’ kazanıyor, ama son tahlilde kazandığından çok daha fazlasını kaybettiğini acaba niçin görmez ve görmeyiz? Bu fena alışkanlıklardan biri de ‘at yarışı’ oynamak. Bilhassa, at yarışlarının yapıldığı İstanbul gibi büyük şehirlerde bu kötü alışkanlık ‘hastalık’ derecesine gelmiş. “At”lar yarışacak ve yarışı hangisinin kazanacağı üzerinde ‘kumar’ oynanacak. Bu hastalığa tutulan bazı tanıdıklarımızın amiyane tabirle ‘sıfırı tükettiğine’ bizzat şahidiz. Masum gibi görünen, ama kâğıtla oynanan ‘kumar’dan daha feci bir tehditle karşı karşıyayız. Herkesin bildiği bir ‘atasözü’müz var. “İçki öldürür, kumar söndürür” denir. Yıllardan beri ‘at yarışı’ oynayan ve kendi ifadesiyle şimdiye kadar “300 daire” kaybettikten sonra aklı başına gelen İzmirli bir esnaf, dükkânının kapısına bir afiş asarak bu sözü biraz daha geliştirdiğini geçen günlerde gazetelerden öğrenmiştik: “İçki öldürür, kumar söndürür, at yarışı süründürür...” 45 yıl aralıksız at yarışı oynayan bu esnafın “Bu süre zarfında 300 daire kaybettim” demesi abartılı bir anlatım olarak görülebilir. Ama ortada bir gerçek var: Hangi çeşidi olursa olsun ömür boyu kumar oynayıp da ‘kazanan’ yok! Görünüşte belki ‘para’ kazandıklarını zannedenler var, ama ya huzurlarını ya da ‘akıl’larını kaybettikleri için son tahlilde onlar da ‘kaybedenler listesi’nde yer alırlar. Peki, bu kadar feci bir alışkanlığın yaygınlaşmaması için çalışmak gerekirken, Türkiye’yi idare edenlerin aksi istikamette çalışmaları nasıl izah edilebilir? Bu kötü alışkanlığın sona ermesi için hepimize iş düşüyor, ama en büyük vazife Diyanet camiasına düşüyor. Her hafta değilse de, belki her ay bu konuda halkın aydınlatılması lâzım. Benzer haberler duyulduğunda bunu fırsat bilip kumarın zararlarını ilmî delilleriyle izah etmek gerekir. Bazıları ‘kumar’ deyince sadece ‘kahvehane/ kumarhane’ye gidip kâğıtlarla oynamayı aklına getiriyor. Oysa görüldüğü gibi koşan atlar üzerinden kumar oynayanlar da var. Ayrıca ‘sanal âlem’de kumar oynayanlar da bulunuyor. Bunların tamamının fıkhen kumar olduğu ve haram olduğu ap açık bir lisan ile ilân edilmeli, insanların bu tuzağa düşmesi engellenmelidir. Risâle-i Nur’da da “sermaye”sini kumara verenler ibretli hikâyelerle tarif edilir. Tabiî en feci kumar, “hayat” sermayesinin kaybedildiği, karşılığında da —Allah muhafaza— “cehennem”in alındığı kumardır. “Dördüncü Söz”de anlatılan hikâyede şöyle denilmiş: “(İki arkadaştan) Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. (...) Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmiüç altınını sarf eder. Kumara-mumara verip zayi eder, birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: ‘Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. (...)” Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarf etse; gâyet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?” (Sözler, s. 40) Unutmamak lâzım ki; “ömür sermayesi”ni ‘kumar’a vermek; değil 300, belki “üçbin” daireyi kumara vermekten daha tehlikelidir. Allah’ım, bizi bu tuzaklara düşmekten muhafaza eyle. Amin. 20.09.2010 E-Posta: [email protected] |