Faruk ÇAKIR |
|
Demokratlara yapılanların bedeli |
Ülke olarak maddî anlamda zenginleşmemize rağmen, sıkıntılardan kurtulamayışımızın aklımıza gelmeyen sebepleri olabilir mi? Kabul edileceği üzere, hem fert olarak hem de devlet olarak her geçen gün biraz daha zenginleştik. Rakamlara bakılırsa fert başına düşen millî gelir de arttı. Peki, ters orantılı olarak sıkıntılarımız azaldı mı? Bu soruya “Evet, sıkıntılarımız azaldı. Artık geçmiş yıllara nisbetle daha huzurlu ve mutluyuz” demek kolay değil. Millet olarak daha huzurlu olmayışımızın elbette pek çok sebebi vardır. Fakat bu sebeplerden biri de hiç aklımıza gelmeyen “Geçmişte Demokratlara yapılan zulümler” olamaz mı? Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren “Tek parti/Halk Partisi” ile yönetildi. Muhtemelen gençler; “Hiç kimsenin aklına başka parti kurmak gelmedi mi?” diye sorabilir. Fakat o günkü yönetim bu günkü gibi değildi ve “önüne gelen” parti kuramazdı. Muvazaalı, özel sipariş üzerine kurulan partiler bile çok geçmeden kapatıldı. “Tek parti”ye karşı başka bir parti kurulmasına uzun süre müsaade edilmedi. Nihayet dünya şartlarının değişmesiyle 1946 yılında muhalefet partisi olarak Demokrat Parti kuruldu. DP, katıldığı ilk seçimde kazandığı halde CHP iktidarı devretmedi. Nihayet 14 Mayıs 1950 seçimlerinde artık DP’nin başarısı gizlenemedi ve DP tek başına iktidara geldi. Gerek 1946 ve gerekse 1950’de sandık başlarında yaşanan CHP baskısını o günleri yaşayanlar hâlâ hayatta olduğu için herkes öğrenebilir. Şunu bilmekte fayda var: 1950’den önceki seçimlerde oylar açık olarak kullanılıyor, ama oy sayımı ‘gizli’ yapılıyordu! Şaka değil, aynıyla vaki olan bir durum. Böyle bir seçime ‘seçim’ demek mümkün mü? İşte DP, böyle bir partiden iktidarı söküp aldı. Milletin desteğiyle öyle bir aldı ki, CHP bir daha milletin helâl reyleriyle iktidar yüzü görmedi. Nihayet 1950 ile 1960 yılları arasında DP üç defa seçim kazandı. Seçim yoluyla iktidara gelemeyeceğini gören CHP, darbecilerle işbirliği yaptı ve DP iktidarını devirdi. Sonrasında Yassıada zulümleri başladı ki, orada yaşananları ‘mahkeme’ diye tarif etmek her halde en başta hukuka hakaret olur. Yassıada’da yaşanan zulümler aradan geçen yarım asırdır anlatılıyor ve hâlâ anlatılacak ve öğrenilecek çok şey var. İdamların yıldönümünde yayınlanan haberler hem ibretlik, hem de öğretici. Garip olan, darbeye zemin hazırlayan İnönü’nün “Menderes’i idamdan kurtarmaya çalıştığı” yönündeki ifadeler... (Sabah, 17 Eylül 2010) İsmet İnönü’nün böyle bir talebi olsa, bunu darbecilere söylemek için “son gün”ü mü beklerdi. “Yassıada’nın çarpıcı fotoğrafları”nı yayınlayan Habertürk’te (17 Eylül 2010) yer alan kareler ‘sözün bittiği yer’i gösteriyor. Meclis Başkanvekilliği yapmış siyasetçiler tek kişilik hücrelerde ve elleri arkalarına kelepçeli... Zulmün bu derece ayyuka çıkmasının bir bedeli olmaz mı? Unutsak da, hatırlamak istemesek de o tarihte yapılan zulümlerin bedelini ödemeye devam ediyoruz. İnşâallah daha fazla bedel ödemek durumunda kalmayız. Milletimiz zalimleri bedduâ ile, mazlumları ise hayır duâlarıyla yad ediyor ve İnşâallah etmeye de devam edecek... 18.09.2010 E-Posta: [email protected] |