Faruk ÇAKIR |
|
Manevî buhrana çare olan reçete rerede? |
Manevî buhrana çare olan reçete rerede? Dünyanın mânevî bir buhran geçirdiği elbette bugünün tesbiti değildir. Yıllar önce bu tesbit yapılmış ve aslında çare ve reçete de sunulmuştur. Ancak sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmeyip farkına varamadığımız için bu buhranlara ‘yabancılar’ın reçete yazmasını beklemişiz. “Himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede” misâli, intihar salgınıyla başa çıkamayan Batı anlayışının “Müslüman Türkiye”ye reçete sunması kolay değil. 10 Eylül “İntiharı Önleme Günü”ymüş. Bu vesile ile bütün dünyayı ve elbette ki Türkiye’yi de derinden sarsan bir musîbet gündeme geldi. Tesbitlere göre dünyada her üç saniyede bir kişi intihar girişiminde bulunurken, her yıl yaklaşık 1 milyon kişi intihar sonucu ölüyor. Türkiye’de de durum iç açıcı değil: Son 30 yılda intihar edenlerin sayısı yüzde 440 artış göstermiş. Başta depresyon olmak üzere ruhsal hastalıkların, intihar riskinde 10 kat artışa neden olduğuna dikkat çeken Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Doç. Dr. Doğan Yeşilbursa, “Yalnızlık, düş kırıklığı, utanç, aşağılanma, başarısızlık, aile içi çatışmalar gibi zorlayıcı hayat olayları intihar riski ile ilişkili bulunmuştur” demiş. Prof. Dr. Tarık Yılmaz da intiharlarda görülen yüksek ruhsal hastalık oranları sebebiyle, ruh sağlığının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde korunmasına ve iyileştirilmesine yönelik çalışmalar intiharı önlemede esas hedeflerden biri haline gelmiştir” şeklinde konuşmuş. (AA, 10 Eylül 2010) Türkiye’de yaşanan intihar sayısı ‘zegin ülkeler’ kadar değil, ama tedbir alınmazsa gidiş o istikamette. Bir yılda intihar neticesi ölenlerin sayısı, trafik kazalarında ölenlerin yarısı kadarmış. Ve gençlerin ölüm sebebi sıralamasında intihar 4. sırada yer alıyormuş. Bütün bunlar tehlikenin kapımıza dayandığını göstermiyor mu? Tabiî ki intihar gibi vak’aları tek bir sebeple izah etmek kolay değil. Uzmanlar da zaten buna dikkat çekip, belki de on madde sıralıyorlar. Bu noktada, ‘ruh sağlığı’nın önemine dikkat çekiliyor. Onu da temin eden sebeplerin başında sağlam inanç ve sağlam aile yapısı gelmiyor mu? İnsanlık, temelde ‘inançsızlık’ hastalığıyla hastalıklı. Bu hastalık yayıldıkça, intiharlar da artıyor. Üstad Bediüzzaman’ın, Eşref Edip’e verdiği bir beyanatta ifade ettiği tesbitler hâlâ tazeliğini koruyor: “Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.” (Tarihçe-i Hayat, s. 543-544) İnsanların ebedî hayatlarını tehlikeye atan ‘imansızlık’, dünyevî hayatları tehdit eden intihar tehdidinden daha tehlikeli değil mi? “Reçete”nin “İslâmın ter ü taze iman esaslarında” olduğunu bilmeliyiz, vesselâm... 11.09.2010 E-Posta: [email protected] |